Taşındıııkkkk!!!


www.akiailesi.com adresine taşındık. Hem de bloggerdan ayrıldık. O yüzden lütfen RSS ayarlarınızı ya da ilgili aboneliklerinizi yenileyip bizi takip etmeye devam ediniz. Üşeneceksiniz şimdi biliyorum ama bu yazıyı okur okumaz bir dakika sürmeyecek bu işlemi gerçekleştirirseniz bağlantımızı koparmamış oluruz. Yeni sitemizde bizden gelen yazıları haber almanız için abone olma opsiyonu da var. Söz daha sık yazmaya başlayacağım:))

Herkese sevgiler.

Pastel Boya Kurabiyeleri


Takip ettiğim bloglardan birinde görmüştüm. Maalesef hangisi oldugunu hatırlayamadığımdan linkini veremiyorum. Bizim de kırık pastel boyalarımız kullanılamaz hale geldiğinden hadi kurabiye yapalım dedim kızıma. tüm kırık boyaları topladık. iki tane sağlam vardı onları da birlikte kırdık:) Doldurduk muffin kalıbına...


Sonra da pişirdik. Derin Hanım "anne pişti miiiii?" diye seslenerek. Fırınımızı kapattık. Dışarı çıkarttık. Soğumasını bekledik ve Ta Taaaa.
Hem lezzetli görünüyorlar hem de minicik eller için kolay kavranıyorlar. Sadece renkleri henüz çözmemiş minikler için biraz karmaşık olabilir ama biz çok eğlendik. "hadi bakalım bir de yeşil tarafla boyayalım, aaa turuncu da buradaymış"

NEFES HAYATTIR


Yemek yemeden, su icmeden yasanir ama nefes almadan...nefes hayattir. Dogru nefes almak da hayat kalitemizi arttirir. "Bedeninizin nefesle nasil hareket ettigini gozlemleyin" dedi bugun sevgili Ebru. Daha pek cok guzel soyledigi cumlenin yaninda.

Bebekler dogru nefes almayi bilerek dogarlar. Daha sonra yasadikca bozuluyor maalesef dogru nefes alma duzenimiz. Dolayisiyla da yasam kalitemiz de bozuluyor. Hep sinirli nefes aliyor sinirli yasiyor, engelleri asamiyoruz. Yapabileceklerimizi yeterince kesfedemiyoruz. Vay be bu nefes de neymis diyeceksiniz:) Ama bir kere farkindalik olustu mu yavas da olsa gerisi geliyor.

Peki ben ne istiyorum cocuklarim icin? Dogru nefes alma aliskanliklarini kaybetmesinler istiyorum. En cok da burunlari tikali oldugunda canim sikiliyor o yuzden. Hay allah mecburen agizdan nefes aliyorlar diyorum kendi kendime ve o kucucuk burun deliklerinden cesitli mudahalelerle acmaya calisiyorum burunlarini. Derin'de cok daha zorlanmistim. Burun delikleri cok kucuktu. Chicco'nun burun pompasini kullanmistim bulabildiklerim arasinda en ince uca o sahip oldugunda icin. Okyanus suyu ya da serum fizyolojik ile yumusatma ardindan bosaltma calismalari. Hicbir zaman istedigim sonucu alamadim ama. Hele hastalandiklarinda daha da onemli temizlemek. Tikali burun havanin kontrolsuz iceri girmesi ve hastaligi desteklemesi demek cunku. Cook sukur ki Derin kendi kendine temizlemeyi ogrendi. Simdi Defne ile ayni maceraya basladik ama cok sukur ki yeni bir burun pompasini kesfettik ( bir blogda okumustum yanlis hatirlamiyorsam). Adi Otribebe. Kendin emme gucunle temizliyorsun burunu ve diger pompalarla yaratilan emmeden cok daha guclu oluyor senin havayi iceri cekmen. Coook daha guzel sonuc veriyor hatta kesin sonuc veriyor bile diyebilirim. Yok yok Otribebe'den reklam parasi almiyorum sadece cok begendigim icin yazmak istedim. Burun tikanikligi konusunda rahatladim acikcasi. Bir de soyledigi bir enstantane yasadim.
Bir hastanenin asansorunde Defne kucagimda cikarken, hemsirelerden biri panik halinde "aaaaa dikkat edin bakin bebeginizin agzi kapali nasil nefes alacak" dedi. Ben de "burnu acik" dedim. Kadin da "ama bebeklerin burnu genelde tikali olur" dedi. Ben de " benimkinin degil" dedim. Ve boylece yurdum insaninin olaya mudahale etme istegini bir kez daha kirmis oldum:))
Derin nefesli gunler!

Meyve mi? Sebze mi?


Bundan bir ay önce kızımla pazardan dönerken elindeki armutu bana uzatım "Anne armut meyve mi, sebze mi?" diye sordu. Cevap verdim ve aklımdan "hmmm bundan cok iyi bir aktivite olur" düşüncesi geçti. Önce genelleme yapılabilir mi diye düşünmüştüm. Pişenler sebze???. Yok olmadı. Sonra montessori grubumuza fikirlerini sordum. Sagolsunlar Esra, Elif ve diğer Elif önerilerini ve kendi yaptıkları aktivite kartlarını paylaştışar. Ben de yazlıkta olmamız ve bir bahçemizin olmasının verdiği güzelliği kullanarak aşağıdaki aktiviteyi yaptım kızımla.

Önce bahçede dolaşarak tek tek sebzelerimizi ve meyvelerimizi kopardık. Sonra da buzdolabına uğradık ve orada olan değişik meyve ve sebzelerden de aldık.

Bir tepsiye yerleştirdik. Oturduk. Derin'in önüne yerleştirdik tepsiyi. Derin'in iki yanına da boş kaplar koydum. Sebzeler bir tarafa meyveler bir tarafa.Arada bir hoşuna gidenlerden bir ısırık aldı kızım, oyle koydu doğru tarafa:)

Ama bir kere yapmak yetmez. Ondan sonra bir kaç defa daha yaptık ve her konusu oldugundan yemekte, pazarda, gazete okurken gördüğümüzde, bu meyve mi, sebze mi? Sebzeeeee!!!, Meyveeeee!!! nidaları ile olayı pekiştirdik.

Defne ben buradayım diyor!


Defne Hanım'ın uyanık kalma süresi gittikçe uzuyor. Bu süre zarfında karşılıklı agular ve sevgimizi göstermemiz dısışında dikkat ettiğim iki önemli nokta var. Birincisi aynaya bakması, ikincisi de kontrast yaratacak objelere bakması. Doğduktan sonra görüşü 20 cm. civarında olan bebişimizin limiti giderek artıyor. Onu stimüle etmek için, Derin Hanım'dan kalma iki kitabımız var. Biri bu (linki kelimenin üstünde), 

biri de bu
İlkini yattığı yatağın ya da beşiğin içine koyabiliyorsunuz. Ben daha sonra benzerini Türkiye'de de buldum hatta birkaç arkadaşıma da doğum hediyesi götürdüm:) İkincisini niye aldım diye hayıflnmıştım. Dört sayfadan oluşan gayet basit, kapagında ayna olan yumuşak bir kitap. Ama ikisini de Defne çok seviyor uzun bir süre gözlerini ayırmıyor. Özellikle cot book'da siyah beyaz bir salyangoz resmi var. Ona uzun süre aguluyor, uzanmaya çalışıyor ve gülüyor. Biz de onunla beraber guluyoruz. Kontrast yaratacak bir diğer kitap serisi de bez kitaplar dışında normal kitaplar. Derin zamanında Türkiye'de satılan " new baby book" adında bir kitap almıştım. Ağırlıklı siyah beyaz, bir kaç tane de kırmızı kombinasyonu grafik desenler vardı içinde. Sayfalarını kesip bir dönence yapmıştım. (Flensted mobile diye bir markda ucunda minik mandallar olan, kendi donenceni yapmanı sağlayan bir aparat almıştım, ama evde kendiniz de kolayca yapabilirsiniz.) Defne için ise bu kez de içinde dönence ve dört tane siyah beyaz kitap olan bir kit aldım.
Uzman değilim ama bebeğin beyin gelişiminde önemli bir etkisi olduğunu doktor bir arkadaşım soylemişti. Gözünüzle anlamıyorsunuz bu durumu ama inanın nasıl odaklandığını ve nağmeler yaptığını görseniz, sırf eğlendiği için alırsınız. Aslında bunları almanıza da gerek yok, yazıcıdan beyaz bir kağıda siyah bir üçgen, kare vs. çıkartarak bunları da bebeğinize gösterebilirsiniz.

Bir diğer eğlenceli malzeme de aynalar. Kırılmaz olmalarına dikkat etmek lazım. Bebekler yüzlere bayılıyorlar. Uzun bir süre bebekler aynada gördüklerini başka biri zannediyorlar ve bakıyorlar, onunla konusuyorlar, uzanıyorlar.  Tabi Defne de bir bebek olarak aynı tepkileri veriyor. En güzeli de aynada kendisine gülmesi. Eminim sosyalleşmenin ilk adımlarına da katkısı oluyordur bu durumun. Montessori felsefesinde de bebeklerin vakit geçirdikleri alanlarda ayna olması tavsiye edilir. Örnek olarak Flickr'dan Finn'in odasına bakabilirsiniz.(Finn's room) Benim favori bebek odam!

Bugünlerde Defne kızımla bu şekilde aguluyoruz. Derin Hanım da çoğu zaman bize eşlik ediyor:)




Kizlarimmmm


Derin 25 aylik, Defne 2 aylik:)



BEÖ: Deney


Deney başlığını görünce aklıma hem Maja Pitamic'in kitaplarından birinde (Child's play ya da Teach me to do it myself) kitabında okuduğum hem de Montessori seminerinde Hilal Hanım'ın bahsettiği bir aktivite geldi aklıma. Yüzen ve batan cisimler. Evin içinde biraz gezindik Derin kendi oyuncaklarından seçti, biraz da mutfaktan değişik parçalar topladık. Bir kabın içine de su doldurduk. Seçtiklerimizi yanına koyduk. Derin'in plastik oyuncakları, balon, makarna, mercimek, şişe mantarı, paket lastiği, ahşap küpler, kalem, bahçeden topladığımız yapraklar, muffin kağıdı, toka, kaşık, ve ölçek.Ve Derin'in sırası başladı. Ama tabii ben yine pek çene mi tutamadım. " Derin battı mı? Battıııı! Derin ne oldu yüzdü mü? Hayır battıııı!!" Hilal Hanım olsa sessizce seyrederdi eminim:) Bir süre sonra Derin ölçek ile aktarma yapmaya başladı :) Fotoğraflarımız aşağıda.

Emzirme Reformu


Aynı dönemde gebe olduğumuz için tanıştığım ve takip ettiğim Blogcu Anne  ve Çalışan Gebe'nin hazırladıkları emzirme manifestosunu burada sizlerle paylaşıyorum. Yeniden bu işlere başlayan bir anne olarak tüm yeni annelerin bu konuda yüreklendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bende de yine yeni yeniden aynı sorular "süt yetiyor mu?", "niye bebeğim emerken sinirleniyor?", "her emzirme sonrasında ne kadar kusması normal?", veee gaz gelir ve vücudumun binbir emekle yaptığı sütler dışarı çıkarrr:)) İkinci sefer daha sakin oluyor insan.  En önemlisi annenin moralinin düzgün olması ve bol su tüketmek. Zorlaya zorlaya Derin'de işe yaradı. Darısı Defne Hanım'ın başına...

Ve sonuna kadar desteklediğim emzirme reformu...

Emzirme konusu ve süt izni, çalışan annelerin iş hayatında yaşadıkları sıkıntıların başında geliyor. Bu konuda bir reforma ihtiyaç olduğu kesin.
Ancak bir Emzirme Reformu başlatılacaksa, bu, sadece çalışan annelerin yaşadıkları sorunlarla kısıtlı kalmamalı. Nitekim UNICEF, Türkiye’deki bebeklerin beslenmesiyle ilgili şu gerçeği dikkate getiriyor:
İlk altı ayda sadece anne sütü ile beslenen bebeklerin oranı %1,3. Beş yaşın altındaki çocukların %25’inde beslenme eksikliği görülüyor. Türkiye nüfusunun yaklaşık %15’i beş yaşın altında. Ve bu çocukların 63,000 her yıl önlenebilir hastalıklardan dolayı hayatını kaybediyor. Bu çocukların 50,000 ise bir yaşın altında.
Dolayısıyla Emzirme Reformu, iş hayatı ve toplumsal hayat olmak üzere iki kollu olarak gerçekleştirilmeli.
Blogcu Anne’nin yazılarına gelen yorumlar ve “Çalışan Gebeler Anlatıyor”da paylaşılan deneyimler, emzirme alanında gerek iş hayatında, gerekse gündelik hayatta yaşanan sorunları ve atılması gereken adımları şekillendirdi. Ve ortaya aşağıdaki manifesto çıktı.
Bu manifesto, CANLI bir manifestodur. Yapılan yorumlar, eklenen değişikliklerle büyüyebilir, büyümelidir.
Okuyuculardan gelecek yorumlar doğrultusunda bu manifesto güncellenecek ve reform geçirmesi gereken tüm alanları kapsayacak hale getirilmeyi hedefleyecektir.
————————————————————————————————————————————————–
EMZİRME REFORMU MANİFESTOSU
Anne sütü, bir bebeğin alabileceği en iyi besindir.
Dünya Sağlık Örgütü, bebeklerin ilk altı ay boyunca sadece anne sütüyle beslenmelerini, daha sonrasında ise ek gıdalarla desteklenerek en az iki sene boyunca emzirilmelerini önermektedir.
T.C. Sağlık Bakanlığı da Dünya Sağlık Örgütü’nün bu önerisini dikkate alarak “ilk altı ay sadece anne sütü” yaklaşımını benimsemektedir.
“İlk altı ay sadece anne sütü” yaklaşımının uygulanmasında ve annelerin bebeklerini istedikleri gibi emzirmeleri konusunda gerek iş hayatında, gerekse toplumsal hayatta sorunlar yaşanmaktadır. Şöyle ki:
İş Hayatında:
  • Çalışan annelerin yaşadığı sıkıntıların başında süt izninin gereği gibi kullanımı gelmektedir. Yasaya göre, bir yaşından küçük çocuğunu emzirmesi için günde toplam bir buçuk saat süt izni verilen anne, bu sürenin hangi saatler arasında ve kaça bölünerek kullanılacağını kendisi belirler. Bu süre günlük çalışma süresinden sayılır. Bu madde, iş yasasında teminat altında olmasına rağmen uygulamadan kaynaklı sorunlar yaşanmakta, çalışan anneler süt izinlerini hakları doğrultusunda kullanamamaktadır. Bu sorunlar iş yerinin bakanlık müfettişleri tarafından denetlenmesi ile düzeltilebilir.
  • Sağlık Bakanlığı’nın “ilk 6 ay sadece anne sütü” politikasıyla Çalışma Bakanlığı’nın çalışan annelere sağladığı 4 aylık doğum izni birbiriyle çelişmektedir. Birçok anne bebeği henüz iki-iki buçuk aylıkken çalışmaya geri dönmek durumunda kalmakta ve işyerinde sütünü gereği gibi sağamadığı için sütü azalarak kesilmektedir. Bu yanlışlık bir an önce giderilmeli, Çalışma Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı’nın “ilk 6 ay sadece anne sütü” uygulamasını destekler hale getirilmelidir.
  • Ülkemizde doğum izni konusunda ciddi değişikliklere ihtiyaç vardır. Birçok çalışan anne doğumdan önce 8, doğumdan sonra 8 olmak üzere, toplamda 16 haftalık ücretli doğum izni kullanabilmekte, doğumdan önceki izninin beş haftasını doğum sonrasına aktarabildiği takdirde bile bebeği henüz gün boyu meme emmesi gereken durumda olmasına rağmen işe geri dönmek durumunda kalmaktadır. Dolayısıyla oldukça yetersiz kalan hali hazırdaki doğumdan sonraki 8 haftalık ücretli doğum izni en az 6 aya çıkarılmalıdır.
  • Doğum sonrası ücretsiz izin konusunda özellikle de özel sektörde çalışan anneler zorluk yaşamakta, annenin ücretsiz izin isteğine kötü bakılmakta, hatta işten çıkarma sebebi olarak bile görülebilmektedir. Dolayısıyla ücretsiz izin konusunda da ciddi değişiklikler yapılmalı, doğum sonrası ücretsiz izin en az iki seneye çıkarılmalı ve özel sektör çalışanları da, kamu çalışanları gibi rahatlıkla ücretsiz izin kullanabilmelidir.
  • “Gebe Veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları Ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik”, Madde 15’e göre, “yaşları ve medeni halleri ne olursa olsun, 100-150 arası kadın işçi çalıştırılan işyerlerinde, bir yaşından küçük çocukların bırakılması ve bakılması ve emziren işçilerin çocuklarını emzirmeleri için işveren tarafından, çalışma yerlerinden ayrı ve işyerine en çok 250 metre uzaklıkta bir emzirme odasının kurulması zorunludur.” Yine aynı yönetmelik, “yaşları ve medeni halleri ne olursa olsun, 150 den çok kadın işçi çalıştırılan işyerlerinde, 0-6 yaşındaki çocukların bırakılması ve bakılması, emziren işçilerin çocuklarını emzirmeleri için işveren tarafından, çalışma yerlerinden ayrı ve işyerine yakın bir yurdun kurulması”nın zorunlu olduğunu, yurt açma yükümlülüğünde olan işverenlerin yurt içinde anaokulu da açmak zorunda olduğunu belirtmektedir. Bu maddeler yürürlüğe konmalıdır.
  • Aynı yönetmeliğe göre, emziren işçi doğumu izleyen altı ay boyunca gece çalıştırılamaz. Yeni doğum yapmış işçinin doğumu izleyen sekiz haftalık süre sonunda, emziren işçinin ise, altı aylık süreden sonra gece çalışması yapmasının güvenlik ve sağlık açısından sakıncalı olduğunun hekim raporu ile belirlendiği dönem boyunca, gece çalıştırılamaz. Bu maddelere de uygulamada sadık kalınmalı, emziren anneler gece çalıştırılmamalı, vardiyalı çalışmaya zorlanmamalıdır.
  • Emziren anneler günde 7,5 saatten fazla çalıştırılmamalıdır. Bu, kanun gereği böyledir.
  • Hiçbir çalışan anneye çocuğunu emzirdiği ve süt izni kullandığı için işyerinde “mobbing” uygulanmamalıdır. Annenin süt iznini kullanacağı saatlere kasti olarak acil toplantılar, “o dakika bitirilmesi gereken işler” denk getirilmemelidir. Anne, fazla mesai yapması için zorlanmamalı, işini kaybetme tehdidiyle süt iznini kullanması engellenmemelidir.
  • Hiçbir çalışan anne emzirdiği için, süt iznini kullandığı için işinden çıkartılmamalıdır.
  • Çalışan bir annenin süt iznini kullanıyor olması performansının düşük olduğu anlamına getirilmemelidir. Annenin işyerinde bulunduğu saatlerdeki performansı, diğer çalışanların performans değerlendirme ölçütleri ile aynı doğrultuda, adil bir şekilde değerlendirilmelidir.
  • İşyerinde sütünü sağması gereken annenin ihtiyaçları (oda, buzdolabı vb.) karşılanmalı ve mahremiyetine saygı gösterilmelidir. Anne, tuvaletlerde ya da arşiv odalarında sütünü sağmak zorunda bırakılmamalıdır.
Toplumsal Hayatta:
  • Gebeler ve yeni anneler, emzirme hakkında yeterince bilgilendirilmelidir. Yeni annelerin, emzirme teknikleri konusundaki yetersiz bilgileri “sütüm yetmiyor” gibi endişelere yol açmakta, mama vermeye yatkın doktorlardan ve aile büyüklerinden gelen baskının da etkisiyle birçok bebek anne sütünden gereksiz yere mahrum kalarak mamayla beslenmektedir.
  • Her annenin bebeğini istediği sürece emzirme hakkı vardır. Hiçbir anneye çocuğu “meme emmek için fazla büyüdüğü için” mahalle baskısı yapılmamalı, anne ve bebek devamını istediği sürece bu bağın zorla kopartılması hiçbir şekilde talep edilmemelidir.
  • İsteyen her anne, parkta, sokakta, alışveriş merkezinde vs. bebeğini emzirebilmelidir. Hiçbir anneye ortalıkta emzirdiği için ayıp, yasak, ya da kötü bir şey yapıyormuş izlenimi verilmemelidir. Bebeğini emziren annenin memesi cinsel obje değildir.
  • Ortalıkta emzirmek istemeyen annenin mahremiyetine de saygı gösterilmelidir.

Döndümm!!! Hem de Defne ile birlikte...


Döndüm demek ne kadar gerçekçi oldu bilmiyorum ama en azından yazmaya başladım. Hangi sıklıkla gelir gerisi biraz benim biraz kızların performansına bağlı. Evet kızlaarrrr! Defne Hanım geldi 24 Mayıs günü. Bizi şenlendirdi. Yeni bir sayfa açıldı hepimiz için. Defne geliyor diye hazırlıklar yaptık. Neler mi yaptık?

  • Annen karnına bir defne ağacı çizdirdi. Hamile halimle bir hatıra olsun diye, biraz da o halimi çok sevdiğimden:)
  • Gelen ziyaretçilerimizle sevincimizi paylaşmak için defne sabunları hazırladık. Sabunlar Antakya-Müftüoğlu'ndan, keselerin kumaşları BOSSA'dan, tül ve kurdela da alınca keseler tamamlandı. Bir de kare pembe aydıngerlere(fikir için sagol Şehnaz:) Hoşgeldin Defne ve Daphni'nin mitolojik öyküsünü yazdırıp kurdela ile bağlayınca keselerimiz tamammm. Aşağıda da Derin Hanım keseleri yaparken:))

  • Keselerin kumaşından da mantar pano kaplatıp çerçevelettim. Üzerine de Doğum fotoğrafçısı sevgili Sinem Kobaner'in çektiği güzel fotoğraflarımızı yerleştirdik. Bir de şövale...
  • Hastaneye gelenler için de pasta şeklinde çikolatalarımız vardı, bir de Fuget Pasta'nın yaptığı çok şık kurabiyelerimiz 


Yeni bir sayfa açıldı hepimiz için, özellikle de Derin için. En azından şu an için öyle görülüyor. Şu ana kadar yaşadıklarımız biraz benlik mücadelesi, biraz anneyi paylaşmama isteği. İkisi karışınca bazen öyle bir hamur oluyor ki benim bile sindirmem çok zor olabiliyor. Öyle zamanlarda da keyifli kısımları düşünerek geçiriyorum. Özellikle Defne kucağımda, Derin elimde, sanki hep böyleymişisiz giri, tıngır mıngır yürüyoruz:)

Düzen


Maria Montessori'nin duyarlılık dönemi diye adlandırdığı dönemlerden biridir düzen."Çocuğun düzene karşı son derece duyarlı olduğu aşama, önemli olduğu kadar esrarlı da bir aşamadır."(M. Montessori, Annelik Sanatı, sf.77).  Bu duyarlılık çocukta bir yaşındayken başlar, iki yaşında en üst düzeye ulaşır ve üç yaşında da yavaş yavaş yok olur. İki yaş sendromu diye de adlandırılan dönemin temelinde yatan en önemli neden ebeveyinlerin bu durumun farkına varamamalarından dolayı nedensiz ağlamaların devam etmesidir.(David Gettman, Basic Montessori, sf.7)

Kızım da son iki aydır belirgin bir şekilde farklı bir düzen tutkusu ile hareket ediyor. Öyleki krizler yaşıyoruz çoğu zaman... Seçimi kendisine bıraktığımda, ya da kızım sen ne yapmak istiyorsan oyle yap dediğimde bile kriz devam ediyor. Bazen yatağının üzerindeki battaniyeyi düzeltmek istiyor. Benim düzelttiğimi beğenmiyor öyle değil deyip kızmaya başlıyor. Nasıl peki o zaman kızım diyorum. Anlatamıyor tabii. Ucunu tuuutttt! diyor ve başlıyor ağlamaya...Başka bir zaman da kitap rafına ters konulmuş kitabı alıp düzeltebiliyor. Oyuncak bebek arabasının bebek düşmesin diye yapılmış kumaş olan ön korumasını düzeeellltt diye krize girip nasıl düzelteyim kızım dediğinde de anlamadığım için olay uzayabiliyor. Sen düzelt kızım dediğimde de krizi çözmeye yetmiyor. Bebeğin içerisine oturtulması bile yanlış olabiliyor ona göre... 

"Çocuk ruhunda onu seven büyüklerin bilmediği derinlikler vardır. Görmüşüzdür hep çocuklar durup dururken ağlamaya başlarlar, avutmak için ne yapsanız boştur. Bu bile, çocuğun karşılanması gereken gizli ihtiyaçlarının olabileceğinden kuşkulanmamızı gerektirir sanırım."  İki yaşındaki bir çocuk düzensizliği büyüklerin gözüne çarpmayan ayrıntılara varıncaya dek seziyor, farkediyor." "Bir şeyin yerinde olmayışı onun için bir çeşit dürtü, bir faaliyet çağrısı. Bununla da kalmıyor elbet. Düzen, gerçekleştiğinde mutluluk yaratan yaşam ihtiyaçlarından biri."(M. Montessori, Annelik Sanatı, sf.80 )

Ben de Derin'in demek istediğini daha net anlamaya çalışarak, bazen de doğru yöntemin bu olmadığını bilerek başka oyunlara yönlendirerek (ki itiraf edeyim bu yöntem artık çalışmıyor eskisi kadar, büyüdün artık kızım:) durumu çözmeye çalışıyorum. Onun düzenine saygı göstermeye çabalıyorum. Dediğini sonuna kadar anlamaya çalışıyorum. Bazen de tüm bunlar işe yaramayınca kızım biraz sakinleşince tekrar konuşalım olur mu deyip, güvenli bir ortamda onu bırakıyorum. Bizde geç başlayan bu dönem de geçecek önemli olan düzen kavramına saygı göstermek ve bu duyarlılık dönemini de hakkıyla tamamlamak...

"Duyarlılık dönemleri ruhsal olgulara dayanır. Bunlar bilincin temelini atan sezi ve dürtülerdir. Bunlar ruhsal gelişimin temelini oluşturan ana ilkeleri doğuran kendiliğinden gelme enerjilerdir. Böyle bir şey olduğu zaman çocuk büyük bir huzursuzluk içine düşüyor ve giderek bir hastalık görüntüsü kazanan ve dediğimiz engel ortadan kalkmadıkça ne yapılsa sürüp giden bir huysuzluk nöbeti başlıyor. Engel ortadan kaldırılır kaldırılmaz da hem huysuzluk hem de rahatsızlık silinip gidiyor." (M. Montessori, Annelik Sanatı, sf. 83)

Bu durumda önerilen en temel durum, etrafındaki dünyanın düzenli olması. Dış düzen olarak yapılabilecekler, mobilyaların, oyuncakların, kıyafetlerin hep aynı yerlere konulması, aynı günlük rutinleri izlemek, yemek yeme saatleri, ebeveynlerin evden çıkış giriş saatleri, banyo saatleri gibi. Kızımda benim hamilelik iznine ayrılmamla birlikte bu bağlamda da farklı davranışlar oluştu. Daha önce hep belli bir saatte işe gider ve gelirdim. Şimdi sürekli evde olmam, olan düzenimizi biraz bozdu. Ben evdeysem öğle uykusuna yatmak istememesi, yeme düzeni, daha önce düzenli olan banyo yapma alışkanlığının benim büyümemle birlikte sekteye uğtaması gibi durumlar ortaya çıktı. Defne gelmeden bu durum için de hemen yeni bir düzen olşturmam gerekli...Eğer hiçbir sebep yokken kriz çıkabiliyorsa, muhakkak bizim dikkatimizden kaçan bir düzen bozukluğu oluşmuştur. Bizim için çok önemsiz bir konu olabilir ama bu çocuklarımızın yaşamı anlamasındaki tutarlıl yapıtaşlarından birini oluşturur. (David Gettman, Basic Montessori, sf.8)

Yukarıda da anlattığım gibi bizde de farkına varmak ve engelleri ortadan kaldırmak her zaman çok kolay olmuyor ama elimizden geleni yapıyoruz. Duyarlılık dönemlerini doya doya yaşamanı sağlamak en büyük isteğim.

"İnsanoğlu yaşamında kendisini nasıl yöneteceğini çocukluğunda öğrenir. Bu doğrultudaki ilk buyruk, doğa tarafından düzenle ilgili duyarlılık döneminde verilir...Zeka hiç yoktan oluşmaz, zeka çocuğun duyarlılık dönemlerinde attığı temeller üzerine kurulur." (M. Montessori, Annelik Sanatı, sf.82 )

Yorumlarınızı bekliyorum...

BEÖ: Toprak / Kum


Tam biz de bir sebze bahçesi yapalım kızımla birlikte, o da her akşam sulasın derken, bu aktivite konusu çıkması ne güzel oldu. Önce çimlerin arasında küçük bir alan açtık. Sonra da fideler aldık. Derin'le birlikte dikelim diye. Derin pek oralı olmadı başta. Hep suladığı içinde çiçeklerin olduğu büyükçe bir saksı vardı. Sürekli onları sulamak istedi:) Gerçi cherry domatesleri görünce koparmak istedi, ben de "kızım kırmızı olunca koparacağız" dedim. O da tamam dedi. Bizim ısrarlarımız sonucunda da babasına biraz yardım ettim. Resimlerimiz aşağıda.



Bundan sonra da kızımla beraber büyümesini görelim fidelerin, üzerinden toplayalım sebzeleri. Bir de lapbook yapsak...Devamı gelecek... 

23 Nisan Mektup Arkadaşlarımız

Montessori grubumuzda çıkan guzel bir teklif sonucu bir mektup arkadaşlığı oluşturuldu. Her grupta dört kişi, her çocuk üç tane kart alacak, nasıl olacak, bizimkiler daha cok küçük, karalamalar dışında bir sey yapmıyoruz haliyle bugünlerde. Bence çok güzel karalamalar ama anneyiz hepimiz:) Olsun dedik herkes benzer durumda. Çocuklarımıza karışmayalım. Kendileri yapsınlar kartları, artık nasıl yaparlarsa. Öyle de yaptık biz Derin'le. Beklediğimden çok dha güzel geçti. Onun adı, arkadaşımın adı soruları içerisinde yaptık kartlarımız. "Emincaaaan, Hamzaaaa, Sarp!" Adlar öğrenilince soyadlara geçildi. Bir yandan da karalamalar devam.. "Bitti mi kızım? Bittiiiii.." "Bu Sarp'ın, bu Hamza'nın, bu da Emincan'ınnnn.". 

 Sonra bir süre kartların değil de onların bize geleceğini düşündü ve sürekli anlattı.  Ben de "kızım arkadaşların değil, onların yaptıkları kartlar gelecek tatlım, bak bizim yaptığımız kartları da onlara göndereceğiz" dedim. Sonra da 23 Nisan şarkısını söyledik beraber. "Bi daha, bi daha" eşliğinde...
Kızım kartlarını açarken...

Dedim yaa etkisi beklediğimden de güzel oldu. Şimdi her boyamaya oturduğunda bunu arkadaşım için yapıyorum diyor. Ben de hangi arkadaş deyince, arkadaşlarından birinin ismini söylüyor:)

Kızım 22 aylık, Ben 36 haftalık

 
Bu hamileliğim sırasında o kadar çok düğün oldu ki:)

Bu sabah Derin ne dedi?


Tüm annelerde var. "Yaa bu konuşmaları bir şekilde kayda almam lazım" telaşı. O kadar güzel anlar kaçıyor ki. Bu sabah muhakkak yazmalıyım dediğim bir enstantane...
Derin annesinin başında duran Talcid kutusunu alır(çok tehlikeli ilaç biliyorum 33. haftada mide yanması dayanılmaz oluyor:(). İçindeki bulunan dört plakadan birini çıkarır. Sonra anneye seslenir.
"Annee, oturmak için yaptım!"
Anne şaşkın Derin'e bakar. Plaka kıvrılmış ve koltuk haline getirilmiştir :))!!:)
***********
Akşam 20:00
Derin ile yatmak üzere odasına çıktık. Üzerini değiştirdik, pijamalarını giydi, üzerinden çıkanları da çamaşır sepetine basket atmaya çalıştım. Girmedi.
Derin: Atamadı(n) dedi ve kendi attı.
Sonra da çoraplarını çıkarttı. Onları da basket atamadım.
Derin: "Atamadı(n) bir türlü":))!!!

BEÖ: Yaşadığımız Şehir


Yaşadığımız şehir Adana. Hemen insanın aklına Adana'nın guzel yerlerinde Derin ile çekilmiş bir fotograflar serisi oluşturmak geliyor. Yapalım ama ne zaman diye düşünürken haftasonu çiftliğe gittik. Baktık teyzeler ekmek yapıyorlar. Kızımla hemen kurulduk başına. Ona da bir hamur, oklava, başladık hamur açmaya... Fotograflarımız kuzeninde alır almaz buraya da ekleyeceğiz. Ortada bir odun ateşi üzerinde bir sac, bir teyze açıyor, diğeri pişiriyor. Sonra stoklar bitince pişiren teyze de açmak için yanımıza geldi, tabii Derin'in oklavası ve masası elinden alınmış oldu. Derin'de hemen olaya adapte oldu ve ilk yufkadan sonra, "Sıra bende, sıra bende" diye Bağırmaya başladı:) Narenciye ağaçları çiçek açmış, mis gibi bir koku, tavuklar, horozlar etrafta. "İnek gelmesin anne!" uyarısı üzerine sadece inek sesi, köpekler vs...Kızıma sadece fotograflardan göstermek zorunda olmamak güzel bir duygu. "Bir daha gelelim mi anneceğim?, Gelelimmm!"

Bu haftasonu, Sabancı Tiyatro festivalinin açılışı, kızımla seyretmeye gittik, halası ve kuzenleri ile birlikte...Nefis bir gösteriydi. Studio Festi. Seyhan Nehri üzerinde ışık, dans, tam bir görsel şölendi. Biraz fotograf çekmeye de çalıştım. Kızım her ne kadar çok gösteri ile ilgilenmese de yine de değişik bir gün oldu onun için. Gösteriden birkaç fotoğraf...


Böyle bir şehirde yaşıyoruz işte kızım, her yönü ile farklı bir şehir...

"Bana kendi kendime yapmayı öğret" - Adana'da Montessori Semineri


Sevgili Iraz'ın yoğun çabaları ile Adana'da 27 Şubat 2010 tarihinde bir montessori semineri düzenlendi. Ankara'da bulunan Binbir Çiçek Çocuklar Evi'nin sahibi, 3-6 yaş montessori eğitmenliği ve okul direktörlüğü sertifikası bulunan, Hilal Mutlusoy Öktem, bir gününü bize ayırarak evde montessori uygulamaları hakkında bilgilendirmede bulundu. Bu seminer sırrasında aldığım notları sizlerle paylaşmak istedim. Aslında en başında bakıcımızın da bu seminere gelmesini istemiştim ama o zaman Derin'e kim bakacak sorusu gündeme gelince yanlız katıldım. Sonradan da farkettim ki, notları hep sanki onunla paylaşmak için almışım. 

Öncesinde biraz bizim montessori tarihçemizi anlatayım. Kızım doğduktan sonra internette karşılaştım bu felsefe ile daha sonra da Montessori eğitimi yahoo grubuna katıldım. Şimdi iyiki katılmışım diyorum. Hem oradaki paylaşımlarla hem de daha sonra kendimde oluşturduğum kütüphanem ile daha yakından tanıma fırsatım oldu. Kendi düşünüşüme çok yakın buldum. Okumaya devam ettim. Devam ettikçe ve Derin'i gözlemledikçe söylenenlerin doğruluğunu gördüm. Şaşırdım, sevindim. Hala okumaya devam ediyorum.Dört dörtlük tüm bildiklerimi uygulayabiliyor muyum, hayır tabiiki ama bunu aklıma takmaktan da vazgeçtim. Neleri uygulayabilirsek kar diye bakıyorum. Herkesin kendi durumuna uygun bir yorumlaması oluyor bu tip felsefeleri benimki de biraz oyle. Hilal Hanım biz sorular sordukça, bir yerde, "bir anne montessori eğitimcisi değildir. Anne annedir. Ben evde çocuklarıma o şekilde davranmıyorum." gibi bir cümle kurmuştu seminerde. Haklı aslında. Aktivitelerde istenilen düzeni sağlamada ben de boyle bir ayırım olsa guzel olurdu diye dusunuyorum. Çünkü çocuğunuzla paylaştığınız bir dili yavaş yavaş da olsa montessori aktivitesi tarzına çevirmeniz zor olabiliyor. Okulda benzer bir yaklaşıma farklı bir çevre olarak algılayarak daha kolay adapte olabilir. Eğitmen olmanın verdiği yaklaşım tarzı da tabiiki burada belirleyici rol oynar. Ama maalesef bizim burada, Adana'da, %100 montessori felsefesi ve uygulamaları ile faaliyet gösteren bir mekanımız olmadığından, ben yine de yapabildiğim kadar yapmaya devam edeceğim. Nasıl mı? Öncelikle daha az konuşarak. Nedense, bende ve çevremde hep yapılan aktiviteyi anlatarak yapma alışkanlığı var. Ben aslında bu durumun çocukların sözcük dağarcığını genişlettiğini düşünürüm. Fakat hem Derin'in yaptığı işe dışarıdan müdahale etmemek, hem konsantrasyonunu bozmamak adına susmak önemli. Bir başka kritik önemini daha paylaştı Hilal Hanım. Süngerle suyu kaptan kaba aktarma aktivitesini gösterirken ilkini konuşarak gösterdi, ikincisini de hiçbir kelime soylemeden. Sessiz gösterimde o kadar konsantre olunabiliyorki yapılan eyleme, kendime şaşrıdım.Üstüne Hilal Hanım " konuşarak yaptığımda su damlalarının sesini farketmiş miydiniz?" diye sordu. Cevap: Hayır! Sonuç olarak kendim sustum. Etraftakileri susturmam zaman alıyor, ya da yanlış soyledim olmayacak. Ama ona aklımı takmaktan da vazgeçtim. Derin'de belli bir yere kadar geldik. Defne'de daha bilnçli oluyoruz. Bakalım bu açıdan farkı göreceğiz. Bu konu ile bağlantılı Hilal Hanım'ın başka söyledikleri alıntı halinde aşağıdadır:
  • Çocuk görsel olarak bir kere uyarılıyorsa, işitsel olarak uyarmıyoruz. Çalışmalarımızı sessizce gösteriyoruz.
  • Tek duyuyu uyardığımızda daha çok ciddiye alıyorlar.
  • "Şimdi sana bir çalışma göstermek istiyorum, beni izler misin?" cümlesi ile dikkatini sunuma yönlendirebiliriz.
  • Süreç tam ortasında kesilmemeli. Daha dediğini tamamlamadan "bunu mu demek istiyorsun" demek süreci kesmek oluyor.Bu bizim onu desteklediğimizi düşündüğümüz ama onun gelişimini engelleyici bir davranıştır.
Çok beğendiğim bir başka cümle "Çocuklar sonucu değil süreci severler." Kuleyi en yükseğe tırmandırmış, tüm şekillleri deliklerden atmış kimin umurunda. Derin'in değil. "Kule yapalım" diye başlayıp üç dört blok üstüste koyup, yıkıp, yeniden yapar, yıkıp tekrar yapar kızım. Düzgün koymak da önemli değil onun için. Bizim gözümüze batıyor oyle seyler, aman yıkılacak diyoruz, sonrasında neden olduğunu bilmeden ,yıkılınca üzülüyor çocuklarımız. "Çocuk bir aktiviteyi kendi ikna olana kadar yapmalı" diyor Hilal Hanım. İkna olunca zaten başka bir aktiviteye/oyuncağa geçiyorlar öyle değil mi?

Düzen de önemli başka bir konu. Bir çok bacağı var aslında bu konunun montessori felsefesinde, çocuğa göre düzenlenmiş çevre (bir başka yazımda  bizim çevremizi de anlatacağım), oyuncaklarının aynı yerde olması oynandıktan sonra kaldırılıp sonraki oyuncağa öyle geçilmesi gibi düzeni destekleyici davranışlar ve belki de en önemlisi, Montessori'nin anlattığı duyarlılık dönemlerinden biri olan düzen. "1-3 yaş arasında ev içerisindeki düzenine saygı duyulmalı.".Eğer rafından oyuncak eksiltilecekse birlikte yapılmalı bu iş, uyandığında sizin o uyurken kaldırdığınız bir oyuncağını rafında bulamazsa kriz ortaya çıkabilir. Her çocuk farklı tabii, duyarlılık dönemlerine de farklı giriyorlar sanırım. Derin daha henüz bu mertebede değil. Gerçi hep herşeyi onunla birlikte kaldırıyoruz ama yine de ben ona " Kızım şu oyuncağını en son nerey koymuştun, getirir misin?" diye sorduğumda önce biraz düşünüyor, sonra aklındaki yere gidiyor, bazen buluyor, bazen " Yok, orada" diyor ama kriz modu yaşanmıyor(henüz!). Ben yine de onun kendine has düzenini bozmamaya çalışıyorum.

Benim Montessori eğitiminde en çok sevdiğim noktalardan birisi de çocukların hep gerçek eşyalarla oynamalarını teşvik etmek, Gerçek tava, tencere, gerçek tabak, gerçek mandal, sepet, aklınıza ne gelirse. Derin mutfaktaki kesici aletler dışındaki tüm aletlerle oynuyor, yemek yapıyor, bulaşık yıkıyor, ortalığı temizliyor. "Gerçek objeler kullanınca gerçek dünyayı test etme ihtiyacı duymuyoruz." diyor Hilal Hanım. Hiçbirsey kırılmadı mı tabiki bir iki bardak kırdık ama onun dışında hiç oyle sürekli gözlerdeki, raflardaki tabakları alsın, atsın kırsın olmadı bizde. Bir iki kimyasal malzemelerin ve yemeklik salça, yağ vs. olduğu dolap hariç diğerleri hep açıktı. Hep açtı kapaklarını, eline aldı bardakları inceledi. Hala da inceliyor. Çok kısa bir süre plastik tabakla yemek yedi. Şimdi sofrada bizim tabaklarımızla gerçek çatal bıçakla sofra kuruluyor. Sadece küçükler:) Yanlışlıkla da büyük konduysa hemen uyarı alıyoruz. " Anneee, küçük çatal!"

Montessori sınıflarındaki çalışmalara gelince... Her materyalden bir tane var. Sırayla yapma, bekleme ve paylaşma alışkanlıklarının gelişmesi için. Açık raf sistemi hep aynı yerde duruyorlar.Çocuklar, bugün oynayamasalar da ertesi gün geldiklerinde o materyalin orada kendilerini beklediklerini biliyorlar. "Çocukların fiziksel harekete ihtiyaçları var. O yuzden de materyallerin durduğu raflarla, çalışma alanları arasında mesafe oluştururuz." Çalışma alanlarını yere açtıkları küçük halıları belirliyor. Bunu biz evde halının üzerindeki büyük bir elips olarak gerçekleştiriyoruz şimdilik ama yavaş yavaş ufak bir kilim edinip bu uygulamaya da geçeceğiz. Hilal Hanım'ın uyardığı bir başka nokta da tercihen tek renk ve dikkat çekmeyecek bir renk olması. Desenli ya da dikkat çekiçi bir renk olursa, üzerlerine koydukları materyallerle karışıp dikkat dağıtabilirler. Bir de  "Çalışmayı törensel havada yapmak önemli." dedi Hilal Hanım. Bu çocukların da hoşlarına gidiyormuş. Bu noktada pek bir tecrübem olmadı henüz ama denemeye çalışacağım. Materyallerin olması gerektiği şekilde kullanımını destekler montessori. Başka bir amaç için kullanılmasın, olmaz. yorumu başta bana çok katı gelmişti. İlk bu yorumla da kızım kahverengi basamakları baget olarak kullanmak isteyince karşılaşmıştım. Sonrasında, okudukça çok da yanlış olmadığını anladım. Hala o kadar katı değilim. Kullanmak isterse bir iki defa uyarırım ama hala istere karışmam o da yaratıcılığı olur diye düşünüyorum ama montessori materyallerinin oyuncaklardan ayrılması ve daha eğitim aracı olarak görülmesi fikrine giderek yaklaştım. Yine oyun havasında oluyor tabiiki aktiviteler, kendi içinde bir disiplini olan ama çocuk istemezse kesinlikle zorlanılmayan bir yöntem olduğu için montessori okullarının katı olduğunu düşünmüyorum. Aksine ciddi bir özgürlük tanındığı inancındayım ve belli bir düzen çerçevesinde sadece yönlendirildiğini düşünüyorum. Ve bu bana çok doğru geliyor. Bu noktada da Hilal Hanım, "Materyallerin eğer istenmeyen şekilde kullanılmaya başlandığı gorulurse "su ile yatığımız başka çalışmalar var.", "huni ile su aktarmak ister misin?" gibi cümlelerle yaptığı aktiviteden uzaklaştırmanın doğru olacağını paylaştı. Materyallerin taşınmasında da aslında büyükler küçüklere örnek oluyorlar. Taşıyabildiğimiz halde lütfen tek elle değil de iki elle taşıyalım tepsileri, materyalleri. "İki elle taşımak önmli, daha güvenli." Ben de kızım bardağı tek elle elıp suyu içmeye çalışınca "kızım iki elinle tutar mısın bardağı" diyorum her seferinde. Ne öğrendik. Susulacak ve annesi de tek elle içmeyecek suyu. İki elle kaldırıp, yerine koyacak:) Son olarak da eğer aktivitenin ortasında bırakmak isterse, çocuklara sorular sorarak "sen bitirmek ister misin? Bu kadar yapmaktan memnun musun?" şeklinde yönlendirmeler yapılabileceğini söyledi.

Çoook uzun yazdım ama yazmak istediğim en son bir paragraf daha var. Bu da çocuklardaki başarı hissinin önemi hakkında. Yukarıda yazdıklarımın genel halini çeşitli yerlerde okumuştum ama 27 Şubat gününe kadar Montessori felsefesinin başarı ile direkt alakalı olduğunu kaçırmışım. Hilal Hanım, aktivitelerin kolaydan zora doğru gitmesinin sebebinin altında hep bu neden vardır diyor. Başaramayacağı büyüklükte aktiviteler hazırlamayın. Mesele kaptan kaba aktarma aktivitesinden kabı ağzına kadar fasulye ile doldurmayın. Sıkılmadan başabileceği miktarda olsun içindekiler. Ya da çocuğunuz hazır değilse başka bir aktiviteye geçmeyin, başarısız olmasını istemeyiz. Hem dediğim gibi bu zamana kadar bunu farketmediğime şaşrıdım, hem de sevdim yaklaşımı. Haftasonu kızıma ahşap bir set aldım ama alırken de zor olduğunun ve Derin'e fazla gelebileceğinin farkındaydım. Vidalı bir kısmı vardı, en azından oradan başlar diye düşünüyordum. Derin baktı. Ne yapacağını bilemedi. Ben de " bu biraz zormuş anneciğim şimdi kaldıralım, sonra tekrar bakarız" dedim. Şİmdi de bu zormuş anneciğim ağzına takıldı:) Bir anne ne kadar sürekli her söylediğine dikkat eder olabilir, bazen de olmuyor işte:)

Son paragraf demiştim. Hilal Hanım'ın çok beğendiğim ve başından beri benimsediğim bir sözü ile yazımı bitiriyorum.

Aslında hergün "yapamazsın"ı, çocuklarımızın o kadar da kafaslarına yerleştiriyoruz ki dikkat et düşersin, sen yapamazsın vs. sözcükleri çok tehlikeli. Biz ortam hazırlamalıyız. Çocuklar kendileri yapmalılar.

Yorumlarınızı bekliyorum. Hilal Hanım, yanlış anladığım, anlattığım bir nokta varsa lütfen paylaşınız. Mutlu çocuklar, mutlu aileler!



Güle Güle Anneanneciğim!


Canım kızlarım Derin ve Defne,
Benim anneannem, sizin de nenenize 4 Şubat 2010 günü veda ettik. Bu yazıyı, Derin'in kısa bir süre gördüğü ve Defne, senin hiç tanımayacak olduğun nenenizi sizlere anlatmak için yazıyorum. Çok titiz, düzenli, çoook çalışkan, bir o kadar da bilgili, kendi doğruları olan ve bu doğruları sonuna kadar savunan bir kadındı anneannem. Benim ve kardeşimin büyümesinde çok emeği olan kişilerden biriydi, diğeri ise dedemdi. Evlerini ziyaretimde anılarımda canlanan bir kaç hatırayı da sizinle paylaşıyorum kızlarım.

Küçükken bize sürekli aldıkları akide şekerleri var soldaki fotoğrafta, en çok tarçınlısını severim. Altında  da üzerindeki tavuğu çok sevdiğim, her saniye yem yemek için başı aşağı inen tavuklu, çok eski ve tanıdık çalar saatleri, kurmalı bir saatti sizin bu kavramı anlamanız bu zamanda zor olacak.

Gazete okumayı çok sever, bizlere okuduklarını özetlerdi. Ben ki eski gazete okumayı hiç sevmem, anneannem okuyamadığı gazeteleri üstüste biriktirir, zamanı olduğunda hepsini detaylı bir şekilde okurdu.

Altındaki dikiş makinası bizim küçüklüğümüzde ne kıyafetlerin dikilmesinde aracı olmuştur. Çok iyi bir terzidir anneannem. Derin, kızım, senin doğum hazırlıklarında bile bu makina açılmış ve anneannem anneme yardım etmiştir. Bu tarihi singer makinanın hemen yanında da çocukluk yıllarımda sürekli Türk Sanat Müziği dinlenlen radyo bulunmaktadır. Haberler ve skeçler de vardı tabii. Yanında da televizyonlarının üzerinde duran Dayınızın ve benim sırt sırta oturduğumuz en favori fotoğraflarımızdan biri var.






Alttaki takvim sizin zamanınız kalır mı bilmiyorum kızlarım ama bu takvim de anneannemlerin favori takvimidir. Her sayfa bir günü temsil eder, sayfanın önünde tarihte bugün ve ezan zamanları yer alır, arkasında da o günün önemine göre bir yazı, yemek tarifleri, kız, erkek ismi gibi bilgiler yer alır.Anneannem burada rastladığı güzel yazıları da bizimle paylaşır ve sonra da saklardı tahmin edebileceğiniz üzere. 18 Ocak, en son kendi yırttığı sayfa, 4 Şubat da ona veda ettiğimiz gün.









En altta da dedemin ve anneannemin kullandığı bastonlar portmantolarında yanyana. 11 yıl aradan sonra sonunda buluştunuz, mutluluğunuzun kaldığınız yerden devam etmesi dileğiyle. Sizleri çok seviyorum!

Kızım 20 Aylık, Ben 27 Haftalık!!!


İlk kitabımız (lapbook)


Uzun süredir aklımda...Kızıma bir kitap yapayım. Hatta birlikte yapalım. Sonra da guzel guzel okuyalım, oynayalım diye. Bu ayki Meraklı Minik dergisinde penguenler vardı. Kızım da bayılıyor penguenlere...Önce dergiyi çevirdik bir guzel, kupup ayısıııı, kuşşşşş diye. Sonra çıkartmaları yapıştırdık bir ben, bir Derin. Derken karşımıza bir sayfa çıktı bir sürü çeşit penguen. Hepsinden çift, bir tanesi tek, onu bulma oyunu. Biz de bir süredir "Aynısı nerede?" yi oynuyorduk. Hatta oyun grubumuzda Iraz'ın hazırlayıp bize verdiği kartlar da en cok oynadığımız kartlar olmuştu. Ondan ilham alarak Derin ile birlikte dergiden penguen resimlerini kestim. O sırada Derin'e de bir kagıt makası verdim biraz onunla oynadı.  Sonra da resimleri lamine ettim.
Daha once montessori eğitimi blogunda ve Esra'nın blogunda rastladığım örnekleri inceledim. Biraz da internetten araştırdım. Internetin derya deniz oldugunu bir kere daha farkettim. Bir de yaş durumunu düşündükten sonra bu kitabın bir kaç versiyonunu dönem dönem hazırlayabileceğimizi hatta ilerleyen zamanlarda Derin'le birlikte seçebileceğimizi anladım, sevindim. Sonra da Derin'le yapabileceklerimizi düşünerek internetteki kaynaklardan bir seçim yaptım.

Karşınızda ilk kitabımızın sayfaları...

Kapak sayfası için resmi internetten buldum. O hafta kırmızı rengi çalıştığımız için de fon kartonunu kırmızı seçtim. Bu kitabı hazırlarken kendi de bir çok bilgi öğreniyor. Kızlarım okula başlayınca tüm bilgilerim yenilenecek ne güzel demeye başladım içimden.  Hatta şöyle söyleyeyim. Penguenlerle ilgili cok daha detaylı ve ileri seviyede bilgi vardı ama kızımın yaşını da düşünerek şimdilik daha hafif bir kitap oluşturdum. Ama büyüyünce başka versiyonunu da yapmak gerekiyor kararına vardım.

İlk sayfada penguenler ve yavruları, yavrularının nasıl oluştuğunu anlatan fotoğraflar var. Kullandığım kaynaklar:
İkinci sayfada yukarıda da bahsettiğim gibi lamine ettiğim penguen resimlerini yerleştirmek üzere bir cep yaptım ve resimleri içine yerleştirdim.
Kaynak:
  • Meraklı Minik Ocak 2010 sayısındaki penguen resimleri
Sonraki sayfada bir penguen çizimi yer alıyor. Gözü, burnu, sırtı vs. göstermek için onu yapıştırdım, biraz hareket olsun diye de bölgelerin üzerini karton kulakçıklarla kapattım. Resmi aldığım kaynak, http://www.lapbooklessons.com/PenguinLapbook.html, oradaki yazıları Türkçe'ye çevirdim.
Yanındaki sayfaya da sayma için başka bir bahanemiz daha olsun diye yine yukarıdaki kaynakta bulduğum, üzerlerinde rakamlar olan penguen çizimlerini yapıştırdım. 
Son sayfada da penguen çizimini gösteren bir çıktı var. Biliyorum bunun için çooook erken daha ama en azından "aa burada bir daire var, üzerinde bir daire daha. Bak penguenin başı da daire şeklinde" gibi repliklerle bir kaç sefer üzerinden geçtiysek de yine de çok dikkatini çekmedi Derin'in.
 
Son olarak da bir tane daha kulakçıklı bir bölüm olsa diye düşünürken yine internetten aşağıdaki şekli buldum ama hangi sayfadan aldığımı maalesef kaydetmemişim. Onun da yazılarını Türkçe'ye çevirdim ve son sayfaya yapıştırırım diyordum ama Derin'in tek başına elinde tutmak daha çok hoşuna gitti.Ben de yapıştırmaktan vazgeçtim. 
Üzerindeki soruları Derin'e sorduğumda verdiği cevaplar aşağıda.
A: Kızım penguenlerin Kürkleri var mı?
D: Vaaaarrrrr
A: Peki dizleri var mı?
D: Vaaaarrrr
A: Peki penguenler uçar mı?
D: Uçaaarrrrr.(Olumsuzluk ekini henüz bilmiyoruz da:)
Anneden bilimsel cevap:
A: Uçamazlar kızım çok küçük kanatları. Peki Derin uçar mı?
D: Uçaaarrrr.
A: Nasıl uçar?
D:Vuuuuuu.(Uçağa binerken yaptığımız sesi ve el hareketini yapmaya başlar.)
Anne uçak ve uçma eylemini bu dialog içine yerleştirebilmesine inanamaz halde kızına bakar:)
Aşağıda da kızım oynarken bir kaç kare var. 
Gelelim bundan sonrakilerde neler yapacağıma...
  • İnce fon kartonu kullanmayacağım, hem sayfalar çok dayanıksız oldu hem de yaptığım cepler kolay koptu. Sürekli tekrar tekrar yapıştırıyorum.
  • Bu biraz aceleye geldi gibi hissettim. Daha iyi araştırıp daha da kızımın seviyesine göre sayfalar tasarlayacağım.Hem ben hem de Derin bu işten çok zevk aldık. Yapmaya devam. 
Lütfen sizler de yorumlarınızı paylaşın, beraber öğrenelim...


Blog Widget by LinkWithin

Counter

Copyright 2009 AKI FAMILY. All rights reserved.
Free WPThemes presented by Leather luggage, Las Vegas Travel coded by EZwpthemes.
Bloggerized by Miss Dothy