"Music Together" ile ilk tanışmamız


Ayça'nın blogunda gordum ilk defa linkini "Music Together"ın. Sonra da Montessori grubunda Yapıncak'ın yazılarını takip ettim. Siteyi incelemiştim ve içim gitmişti. Adana'dayım ve bu tip güzel aktivitelere katılamıyoruz kızımla diye. Muziğimiz evde eksik olmaz aslında gerek çocuk şarkıları, gerek büyük şarkıları:) Beraber dans ederiz kızımla. Kendisi de muzik duyunca, pardon ritm demeliyim, hemen dans etmeye başlar ama bu deneyim farklı diye düşünürdüm hep. Grup olması muhakkak çok farklı bir enerji yaratıyordur, hem büyükler hem de çocuklar için. Haklıymışım...

Ailecek bir haftasonu İstanbul kaçamağımızda, tesadüfen aynı tarihlerde "Music Together"ın da demo dersleri olacağı haberini aldım ve hemen sitesine girip kaydoldum. Dersin oldugu yer, Salon Sanat, Caddebostan'da, biz ise Yeniköy'deyiz ama olsun böyle bir fırsat kaçmaz. Demo dersinden de bizi bekledikleri mesajı geldi. Bir gece önce de ders sırasında dikkat etmemiz gerekenler mesajı geldi (itiraf etmeliyim tüm süreç çok profesyonel işliyor). Beni en çok şaşırtan ve düşündüren konu ders süresince kızımla konuşmamam gerektiği idi. Nasıl yani, ben sürekli konuşurum onunla, bu da nereden çıktı!: İlk tepki. Yaa aslında ne guzel bir fikir. İkimiz için de (pardon babamız da vardı, üçümüz demeliyim.) güzel bir deneyim. Montessori'deki sessizlik zamanı geldi aklıma. Evet burada çoook büyük bir fark var. Dolu dolu müzik olacak, ama konuşma yok. Anda kalmak, odaklanmak için farklı bir bakış. Sözsüz iletişim üzerine bir saat ve müzik tabiiki...

İçim içime sığmıyor ama bir yandan da aklıma getirmemeye çalışıyorum, böyle anlarda, biliyorum batıl inanç ama hep bir seyler ters gider, gerçekleşemez bir şekilde istediğim. Benzer bir durum da oluyordu neredeyse. Bindiğimiz taksinin lastiği patladı. Allahtan bize bir sey olmadı ama zaman daraldı. Stres başladı. Bir yandan sakin ol Sedef, taksi değiştirdik, başka yapabileceğin bir ey kalmadı diyorum diğer taraftan da geç kalırsak dahil olmak olmaz şimdi bak gördün mü, katılamayacağız diyorum. Neyseki zamanında yetiştik. Yer de çok kolaymış hemen bulduk.

Saat geldi ve biz çember olduk. Yapıncak bir kere daha bir saat içinde neler yapabileceğimizi anlattı. Her çeşit müzik var. Bazen sakin sakin oturarak söyleniyor. Bazen de marakaslar, tefler çıkıyor, dansediyoruz. Kızım en minikleriydi içlerinde. Benimle birlikte danseden ve kucağımda dönerken kahkahalar atan kızım neredeyse ders sonuna kadar etrafında neler oluyor diye bakındı. Dansetme modunda değil, gözlem modunda dikkatlice etrafında dönen anneleri, her yerde danseden çocukları izledi. Bir iki takıştı birkaçıyla...Ama mutluydu halinden.


Dersin sonunda birden dansetmeye başladı ve deli gibi kendi etrafında dönmeye:) Biz o kadar döndük ki etrafında kendisi de sonunda yaptı. Hiç Derin'i bu şekilde görmememiştim. Deli gibi kendi etrafında dönüyor sonra ileri geri figürler yapıyor, tekrar dönmeye başlıyor. Müzik bitmiş, biz sohbet ediyoruz ama onun umrunda değil. Kendi iç ritmiyle hareket etmeye devam ediyor. Hatta onu gören Yapıncak, "yaa bir müzik koyalım" dedi ama diğer velilerden o kadar çok soru geliyordu ki fırsat bulamadı. Kızım için ise zaten çok farketmezdi. Halinden memnundu:)



Öğrendiklerime gelince;
  • Müzikli dakikalarımızı konuşmadan geçirmek güzeldi evde de devam ettik. Zaten çok konuşmazdık ama artık daha programlı şekilde önceden kaç şarkı dans edeceğimizi düşünüyorum ve dışarıdan müdahalelerle bölünmemeye çalışıyorum.
  • Evde genelde kucağımda oradan oraya dans ediyoruk, Derin'de yere bırakıyorum çokça, evin içinde dolaşmaya başladık artık.
  • Sessizlik için uyguladığı yöntem bence çok iyiydi. Önce gürültü yapıp sonra sessizlik zamanı demek. Bir kenara yazdım gerekirse uygulayacağım.
  • Müzik kızıma çok iyi geliyor, müzik herkese iyi gelir aslında ama yararını anlatan tüm yapıan deneysel çalışmalar bir yana, müzikle mutlu oluyoruz. Onu mutlu görmek içimi ısıtıyor.
0-5 yaş arası çocuğu olan herkese çok çok tavsiye ediyorum. Benzer bir olayı Adana'da yapmayı planlayan Iraz'ı da canıgönülden destekliyorum. Ekim'de Adana'daki müzikli saatleri konuşmak üzere buluşmak dileğiyle...

Atdağı Lokantasında Tavuk


Pazar günü, arkadaşlarımızla yemek ritueli, nereye gitsek? Şehrin içinde bir lokanta, balık mı? Hayır yaylaya gidelim dedi kocam. Hem de Atdağındaki tavukçu diye de ekledi sonrasında (Benim Akdağ anladığım ama aslında Atdağ olan yer, Namrun'dan yaklaşık 10 km önce) Daha önce bir kere gitmiştik ama üzerinden seneler geçti. Derin yoktu:) Derin ile yaylaya gitmek güzel olur diye düşündüm ve herkes tamam dedikten sonra yola koyulduk. Amaaa yolu unutmuşum. Aman allahım o ne yol nasıl virajlar, için dışıma çıktı desem yeridir. Neyseki minik kızım çok tepki vermedi. Uzuuun bir yol sonunda lokantaya vardık. Uzundu ama çok güzel manzaralardan geçtik. Toroslar gerçekten harika.(Bir yandan da "şimdi Amerika'da olsak nasıl renkli bir sonbahar olurdu"yu yadetmeden geçemedik:) Çam ağaçlarının içinden, kadıncık barajının yanında dağa çıkmaya devam ettik vee lokantamız, şahane bir vadiye bakıyor!Arabalardan indik. Bir aileyi daha bekliyorduk, o yüzden de onlar ve yemekler gelene kadar çocuklarımızı takip ettik. Kazım ve Derin. Derin hemen "taa, taa" diyerek çakıl taşlarına gitti ve birer ikişer elini taşlarla doldurdu:) Kazım'la oynamaya başladılar. Aslında yanlış oldu, Kazım'la yanyana oynamaya başladılar. Kazım yaklaşık "fındık Derin" deyip onu opuyordu güzel güzel ama bizim kızımız biraz yabani ya da aklı taşlarda diyelim... Taşlardan ayırabildiğimiz bir zamanda masaya oturduk. Salata yogurt ve patates kızartmasından sonra kızarmış tavuklarımız da geldi. Parçalanmış tüm tavuğun derisini alıp tereyağında(nasıl oluyor bilmiyorum ama tarifi öyleydi:) kızartıyorlarmış. Kızartmayı sağlıksız olduğu için normal zamanda yemeyi tercih etmem ama arada böyle kaçamaklar iyi oluyor. Kızım da bu kaçamaktan nasibini aldı tabii. Yogurt biraz ekşi geldiği için çok yemedi ama tavuk ve patatese hayır demedi. Tabii bu yeme işi etrafta keşfedilecek ve oynanacak o kadar yeni nokta varken çok kısa sürdü. Hemen arabasından inmek istedi ve maratona kaldığı yerden deva etti. Bu sırada Nihanlar da geldi ve tabiki Ela ve Ayça'da. Vee dört meraklılar oluşmuş oldu böylece:) Aşağıda bilimum maceralarındaki fotoğrafları bulabilirsiniz. Çiçek koklarken, köpek Berduş'u ararken, koşarken, domatesleri kasalardan çıkartırken, Nihan'ın ikram ettiği kuru üzümleri yerken, Berduş'a seslenirken, vs., vs... Ufak bir yuva misali geçti günümüz, oyunlar, şarkılar, koşuşturmaca... Havanın kararmasına yakın kalktık, Namrun yakın nasılsa bir de oraya gidelim dedik, beklediğimizden uzak çıktı ve aynı dolambaçlı yol tabiki ama bir kez çıkmış olduk yola. Namrun'un şahane çarşısında tatlı yedi beyler, ben de Derin'i kadayıftan zor uzaklaştrdım:) Yiyeceğim diye tutturman yakındır kızım, ne yapalım biz de uzak tutabildiğimiz kadar tutarız, sonrasında da hep beraber azar azar yeriz:) Yine yola koyulduk. Çamlıyayla çıkışından gelmiştik, Tarsus üzerinden dönelim dedik ama o yol da diğeri kadar virajlıydı. Kızımla ben uyuduk, biraz telaşlandım eve gelince uyanırsa sonra saat kaçta uyur acaba diye. Klasik anne telaşlanmaları ama kızım gayet istikrarlı uyumaya devam etti. O yorgunlukla da sabaha kadar uyanmadı. Daha nice yayla gezilerine, önümüz sonbahar, Adana'da yaşanan kısacık sonbaharı iyi değerlendirmeliyiz...

14. Ayımız da doldu


Emiii ve Derin

13 Aylık Olduk


Elleri önde, Frankestein misali, kendini dengeleyerek, tam anlamıyla yürüyor kızım.


Kalabalığın ortasında sağlam adımlarla yürürken...

Deniz nerede, Ihh


Denizle ilk tanışmamız, Samsun'a, anneanne, dede, büyükanne ve dayımızı ziyarete gittiğimiz zaman gerçekleşti. Doğduğundan beri suyu cok seven kızımın denizden de aynı tadı alacağı konusunda pek şüphem yoktu. Oyle de oldu. Önce kucağımda denize dalıp dalıp çıktık, sonra da onu ellerimin üstünde denize paralel şekilde yatırdım ve yüzme demosu yaptık. Bir süre sonra hadi kızım yüzelim deyince kendini öne atmaya başladı. O halini görmek keyifliydi. (Absorbent mind- sünger beyin diye boşuna dememiş Maria Montessori). "Cıp cıp cıp" dediğinde de eller suya ve deniz suyu hepimize:)
Sadece denizle değil, kumla da arası gayet iyi aslında. Kumla oynamayı da çok seviyor. Kumun elinden kayıp gittiği andaki şaşkın mutluluğunu tarif edemem. Kule yapmak için erken görünüyor ama çukur açmak ve elinde tutmaya çalışmak konusu favorisi şu anda. Kumla oynaması motor becerileri gelişimi açısından da önemli bir aktivite şu anda o yuzden de bol bol oynadık birlikte. Hatta evimize de bir kum havuzu yapmak istedim. Farklı versiyonları da internette kaşıma çıktı aslında ama şu an için basit bir kovanın içine biraz kum doldurmak ve onunla oynamasını izlemek daha kolay bir çözüm gibi geldi. Tek tehlikesi kumu sürekli dışarı attığı için kısa bir süre sonra kum kaynağınızın tükeniyor olması. Bizim oyle oldu:) Yeni kum kaynağı için beklemedeyiz...
Deniz nerede kızım? (eliyle işaret ederek) " Ihhh!"


İlk Adımlar


Kızım sonunda bugün kendine cesareti buldu ve ellerini bırakarak kanepeye doğru ilerledi. Başarıyla hedefine ulaştı ve diğer hedeflerine devam etti. Aklıma hep montessori grubu ile öğrendiğim ve Adana'ya geldiğinde tanıştığım Özgürkalp'in soyledikleri geliyor... Hazır olduklarında kendileri yürüyeceklerdir demişti. Eğer biz ebeveynler olarak onları yürümeleri için zorlarsak (bize zorlamak gibi gelmiyor tabii, yardım ediyoruz diye düşünüyoruz) bizim görmediğimiz ama onların kendi başlarına aşmaları gereken önemli adımları atlatmış oluruz ve aslında yürümelerini geçiktiririz. Mantık da çok basit, günün sonunda yürüyebilmesi için ihtiyacı olanlar kas gelişimi ve koordinasyon becerisi, sen onun yerine kendin yaptırmaya çalışırsan geliştirme yerine geriletme yapma ihtimalin yüksek:) Kızımı gözlemliyorum, sürekli yogadaki hareketleri yapmaya devam ediyor. Aşağı bakan köpek, kobra, dört ayak ve tabiiki bebek duruşu. Aferin kızım geliştir kaslarını diyorum bir yandan. Bir yandan da yoga nasıl guzel bir seydirdiyorum. İlk başladıgımda yaa benim böyle kaslarım var mıydı? sorum geliyor aklıma.(Bir süredir ara verdim biliyorum, kilo verme aşkına pilates ile aldatıyorum seni istemeyerek. Ebru'ya atıyorum sucu birazcık da ne kadar sacma oldugunu bile bile:) Ebruuuu, hadi başlayalım hemen yaz sonunda.)

Bugünkü gelişiminde sonra artık bir ortopedik ayakkabı almanın zamanı geldi diye düşündüm. Şimdiye kadar ayaklarının gelişimine mani olmamak için almamıştım ayakkabı hep yumuşak patiklerle yürüdü. Hala da çok emin değilim çünkü her konuda oldugu gibi bu konuda da ikiye ayrılıyor doktorlar. Bir kısım hiç ayakkabı taraftarı değil en iyisi çıplak ayaktır diyor. Yürümesi tam oturana kadar hatta daha sonrasında bile, diğer kesim ise ayakkabısız kesinlikle yürümemeli diyor. Ben ise her durumda yapmaya çalıştıgım gibi bu durumda da içgüdülerime güvenerek, etraftan gelen tüm"niye Sedef ayakkabı almıyor?" sorularına rağmen, bu güne kadar, yumuşak patik, çorap ve nihayet çıplak ayakla yürüttüm kızımı. Ama artık birey olmaya doğru bir adım daha attı bugün. Iraz'ın temennisinde olduğu gibi bağımsız olmaya ilk adımı. Heyecanlıyım...

Gelelim ayakkabısına...Ayakkabı alınırken nelere dikkat edilmeli. Ayağına tam olmalı en önemlisi. Kendi söyleyemeyeceği için de annelerimizin hep yaptıgı, başparmağı ayakkabı ucuna bastırma yöntemi burada işe yarıyor. Yaklaşık bir santim içeride olmalı başparmağı. Yanlarını da kontrol etmek gerek, ne çok gevşek ne de çok sıkı olmalı. Son olarak da topuğuna doğru küçük parmağınız ayakkabı ile ayak arasına girebilmeli.

Samsun'dayız, anneanemiz, dedemiz, dayımız ve büyükannemiz ile birlikte. Tatildeyiz. Hemen anneanne ve dede yazlık evden şehre gittik. Benim bebeklik ayakkabılarımın alındığı "Mıstık" kunduraya gittik. Gerçekten güzeldi ayakkabılar ama kızım her denemede ayagını oyle bir kıvırıyordu ki, ayakkabının içine tam yerleşemedi o minik ayaklar. Sandalete geçtik biz de, o da benim içime sinmedi, bu arada dene çıkart, Derin biraz alıştı olaya. Tekrar ayakkabı denedik bu sefer, oldu, evet oldu kızıma ayakkabılar. 18 numara ilk ayakkabımız. Kendin gibi ayakların da minik canım kızım benim. Yarın nasıl yürüme maceraların olacak bakalım...

İlk doğum günümüz!!!




Kocaman bir yıl geçti. Kızım bebeklikten çocukluğa ilk adımı attı. İki farklı şekilde yazmak istiyorum aslında...Duygusal olarak kocaman bir yıl yaşadık kızımla, bağlandık, güçlendik, öğrendik. Kızımın anladıkları, benim farkedebildiklerimin ötesinde, buna eminim, yaptıklarını zaten ara ara yazıyorum buraya. Bir yaş yaşadığımız üçüncü dönüm noktası oldu. Bir birey olmaya doğru bu sefer. Bağımsız adım atmaya da başladı. Her şeyi kendi yapmak istiyor. Benim de çok hoşuma gidiyor. Bakalım bu sene neler yaşayacağız.

Bu dönüm noktası ebeveyn için de önemli, ben de güzel bir gün olsun istedim. Derin çok çok eğleneceğinde değil, önemli bir gün, ona uygun yaşayalım istediğim için. Bizim anne baba olmamızın birinci yılını kutlamak için belki de. Hazırlıklara yaklaşık bir ay öncesinden başlayabildim. Başlayabildim diyorum çünkü kızımın "baby shower" partisi için yaklaşık 3-4 ay öncesinden düşünmeye başlamıştım. Evde olmanın ve bebeğimin içimde olmasının verdiği avantaj çok fazlaymış bu partiyi planlarken onu gördüm. Evet ilk doğumgünü ve bu kendi başına bir konsept ama ben yine de klasik ilk yaş temalarını kullanmak istemedim. Davetiye'den başlıyorum her zaman bu sefer de yine öyle oldu. Karar vermek üzere web sitelerini gezinirken gözüme bir tuval çarptı. Kızım ve boyalar...henüz parmak boyalar oynadığı, diğerleri de gelecek. Temamız bu olsun bakalım. Kızım da tuvalin başında olsun. Fotoğraflarını çeksin annesi, bir tanesi seçilsin ve davetiye haline gelsin. İşyerinde arkadaşlarımla hep beraber tasarladık davetiyeyi. Bir de Derin'in gelen arkadaşlarına hediyeler de vermek istedim. Temamızın devamında kutu kutu pastel boyalar aldım ve üzerlerine yanda gördüğünüz etiketi bastırdım. Eveeet hediyelerimiz de hazır! Bir de boş bir tuval olsa ve tüm çocuklar üzerine istediklerini yazsalar, ortasına da güzel bir toplu fotoğrafımızı yapıştırsak istedim ve hep çalıştığım çerçevecinin yolunu tuttum. Tuval ve yağlı ya da guvaj boyaların üstlerini çok kirleteceğini düşündük ve bu fikirden vazgeçtik. Yerine kocaman bir kalın karton ve pastel boyalar olsun dedik. Bu iş de tamam. Gelelim pasta ve diğer yiyeceklere. Sevgili Nihan, Fuget Pastanesi bu konuda en büyük yardımcımdır. Benim garip isteklerimi en güzel forma sokarak beni her zaman şaşırtmışlardır. Bu sefer de yine temamıza uygun bir pastayı tarife başladım. Nihan ve teyzesinden de guzel fikirler geldi ve en sonunda kafamdakini onlara tam olarak anlatmanın verdiği mutlulukla orayı terk ettim. Sonucun güzel olacağından hiç şüphem yoktu. Biraz da tatlı ve tuzlu desteği istedim. Bir de 1 şeklinde kurabiyeler. Sunumu için de komşumuz Çiğdem'den yardım aldık. Onda olan ağaç dalları ve vazoyu alıp kurabiyeleri dallara astık. Bir kurabiye ağacımız oldu böylece...Bir de kurabiyelere günün anlam ve önemini belirtmek üzere yandaki notu yapıştırdık.Akrabalar da mezeler getireceklerdi. Ben de her zamanki gibi son dakikaya kadar karar vermemiş olduğumdan Montessori grubu ile tanıştığım Hülya'dan yardım istedim. Bana o kadar çok seçenek sundu ki ona candan teşekkür ederim. Ben tabi en kolay olanları seçtim:) Kedi dilli Tiramisu ve güzel görünen kanepeler. Tam bu kadar hazırlık yeter derken, masa ve bistro desteği istediğimiz Şato Restoran'ın sahibi Umut Bey'den bir teklif geldi. "İki tane üniversite öğrencisi oyunlarla, balon şişirip hayvanlar yaparak ve dans ederek çocukların iyi vakit geçirmelerini sağlasalar..." Olabilir, düşündüğüm bir durum değildi, çok fazla gelir mi acaba? ama şişme balonlardan yapılan nesneleri BBC'de seyretmiş ve çok hoşlanmıştım. Eminin çocukların da hoşna gider. Zaten genel çocuk popülasyonuna baktığımızda Derin kadar küçük olanlar sınırlı:) Tamam olsun o zaman gelsinler, ve geldiler, iyiki geldiler. Doğumgünü sonunda Derin'in arkadaşlarından, "Anneciğim iyi ki gelmişiz, çok eğlendim" sözlerini duyunca çok sevindim. Derin pek bir sey anlamamıştı ama en azından arkadaşları eğlenmişti:)

Son olarak da süslemeler kaldı. Bahçemiz o kadar renkli ki, yemyeşil çimen ve çiçekler, çok da fazla süse gerek yok aslında ama bir yaşı hatırlatan bir kaç süs güzel olabilir. Baloons organizasyon imdadıma yetişti ve balonlar artı süslerle ortam tamamlandı. Bahçe organizasyonunu yapan halamız Pelin ve komşumuz Çiğdem'e de buradan çok çok teşekkürler.

Eveeet büyük gün geldi. Bahçemiz hazır, pastamız ve diğer yiyecekler hazır, Derin ve ben de hazırız. Anneanne ve dayımız Samsun'dan bugün için geldiler. Misafirlerimiz de geldi. Güzel bir kalabalık, ama kalabalık ve bu bahçe Derin doğduğundan beri sadece bir kaç kişi ile paylaştığı bir bahçe idi onun için. Nereden çıktı bu insanlar dercesine husursuz oldu. Tabii bir de herkes onunla ilgilenip bir seyler soylemeye başlayınca. Tanımadığı bu kadar kişi kızımı biraz tedirgin etti ve neredeyse tüm parti boyunca yapışık gezdik. Sempati gösterdikleri ise oyun grubu arkadaşları ve kısmen diğer çocuklar oldu. Pasta kesim anına kadar çok keyifli değildi. Mum üfleme seremonisinden de pek bir şey anlamadı. Taaki pastanın başına oturana kadar

Pastası inanılmaz ilgisini çekti. Önce paletlerin üzerine konmuş renkli boyaları tek tek aldı. Onunla da yetinmedi bu sefer boya tüplerini pastanın üzerinden söktü. En sonunda da kendini temsil eden küçük kız maketinin kafasını kopardı. Diğer çocuklar da eteğini söktüler, çiçekleri kopardılar, vs. Pastanın en son hali bayağı çıplaktı ama değdi. Kızım en eğlendiği andı çünkü!


Bozma dönemi bitti, yaşasın yapma dönemiiii!!!


Yıkma dönemim bitti. Yapmaya çalışıyorum artık. İki kutuyu üsüste koymaya çalışıyorum. Blokları kutusunun içine yollamaya, hatta kapağındaki üçgen, kare, daire şekillerden içine atmaya çalışıyorum, içeri girsinler diye zorluyorum, sonra da üstünde bırakıyorum. Bir kanepeden diğerine koşar adım gidiyorum. Kanepe bittiği yerde atıyorum kendimi yere, emekleyerek diğer hedefime ulaşıyorum.Her konuşulanı can kulağıyla dinliyorum, her nesne ilgimi çekiyor artık. Bahçede ne görsem inceleyip ağzıma götürüyorum. Annem biraz tepki gösteriyor ama nedenini anlamadım. Çoğu zaman da beni korkutuyor hareketleri. İki kere çimlerde bulduğum yuvarlak sert bir şeyleri ağzıma attım(sümüklü böcek:) annem hemen ağzımdan çıkartmak için üstüme atladı. Niye böyle davrandı acaba? Bir kere de göbeğimden çıkmıştı aynı şey, annem yine bir şeyler soylemişti bana. En son da daha yumuşak bir seyi(kuş pisliği) ağzıma attım, annem onda da çok tepki gösterdi. Tepki gösterecekse, beni bu kadar serbest bırakmasın o zaman, ya da ağzıma götürmeden önce müdahele etsin:(
Çok da çenem düştü bu sıralar:) Güzel güzel konuşuyorum. Her şeyi anlatıyorum. Pisi Kedi kitabımı açıyorum önüme onu okuyorum, anneme günüm nasıl geçti anlatıyorum, sohbet ediyoruz. Dışarı alışverişe gidiyoruz, kıyafetler gösteriyor annem, ben de fikirlerimi soyluyorum. Birlikte yemek yiyoruz. Bahçede oynuyoruz, yürüyüşler yapıyoruz. En çok da dans etmeyi seviyorum annemin kucağında, şarkılar soyluyoruz.
Yavaş yavaş onlar gibi davranmaya başladım. Ne yaptıklarını inceleyip hemen ben de deniyorum. Yemeğimi çatalla yiyorum kendi tabağımda, bitince num num yapıyorum; şişe kapaklarını açıp kapatıyorum; kitap okuyorum onlar gibi, bilgisayar görünce tuşlarına oturuyorum:), kapıyı açık gördüğüm anda çıkıyorum dışarıya, merdivenleri hem iniyorum, hem çıkıyorum.
Annem sürekli benden bir seyler göstermemi istiyor, "ayağın nerede kızım, göbüşün nerede, elin nerede tatlım, annenin burnu nerede, gözü, ağzı nerede?", ben de onu kırmayayım diye gösteriyorum. Yeter anne, öğrendim ben artık her yerimi, her sorduğunda ağzımı göstermeyebilirim ama sen çatalı elime verip "Hadi kızım ağzına götür şimdi" dediğinde nasıl götürüyorum?
Annem işe giderken üzülüyorum artık, ayrılmak istemiyorum hiç ondan, her sabah onu işe yollarken öpücük gönderiyorum, "gel, gel" yapıyorum, o gidiyor. Ama biliyorum ki akşam gelecek, yine birlikte oynayacağız, sarılıp dansedeceğiz. Az gördüğüm için de beraber olduğumuz zamanlarda sürekli onunla olmak istiyorum. Başkasının kucağında oturmak, oynamak istemiyorum. Annem yanımda olsun istiyorum, göremeyince de başlıyorum ağlama:( Boncuk boncuk yaşlar dökülüyor yanaklarıma. Neyseki hemen unutuyorum sonra.
Arkadaşlarım oldu, Rüzgar, Emre, Tunç... Seviniyorum onları gördüğümde, dikkatle bakıyoruz birbirimize sonra da gülümsüyoruz, özellikle de Rüzgar'la.
Hepinize buradan öpücük gönderiyorum....

11 Aylık Oldummm!



İkinci kez buluşmayı başardık



Başlığı attım yazmaya başlayamadım. Üzerinden bir ay geçti, yeni yazıyorum. İkinci buluşma bizde oldu. Bahçede oynayabilelim diye biraz geç bir araya gelelim dedik ve akşamüstü beş gibi toplandık. Bahçede bizimkileri biraraya getirdik. Önce rüzgar ve Emre geldi. Bir süre sonra Tunç da bize katıldı. Hala tek aktivitemiz birlikte şarkı söylemek. Daha doğrusu çoğunlukla Iraz soyluyor biz eşlik ediyoruz diyelim. Bir süre oyuncaklarla oynadılar. Birbirlerinin elinden alma savaşlarını izlemek bizim açımızdan eğlenceli ama keşke onların gözünden de görebilseydik. Hangi duygular içinde olduklarını gerçekten çok merak ediyorum. Özellikle tutturdukları oyuncağı bir dakika sonra unutup konsantrasyonlarını başka bir nesneye çevirebildikleri zaman.

Sıra geldi ata binmeye...Bahçede Derin'in kuzenlerinden kalma sallanan atımız ve kaydırağımız var. Bir süre sonra ilgi o yöne kaydı. Önce biraz Derin bindi, peşinden de arkadaşları. Fakat Derin Hanım'daki sahiplenme duygusu o sırada tavan yaptı ve ciddi huysuzlanmaya başladı. Bu sefer onu bindirmeye kalktığımda ise istemedi. Atın yanında ayağa kalktı. Koltuktan ve kulağından tuttu ve arkadaşları gidene kadar bırakmadı. Bakalım daha neler göreceğiz:)






Anneler günün kutlu olsun anneciğimmmm

Sagol canım kızım. "Inne, Inneınne" diyen kızım benim. Hastalandın...Cuma akşam bir şeylerin ters gittiğini anlayıp cumartesi sabah doktora gittik. Kıpkırmızı olmuştu popon. Bebekken bile böyle pişmemişti. Herhalde mantar oldu. Ya da oyle zannettim. Doktor da olabilir dedi. Bir merhem verdi. Altını açık gezdirin iyice kurusun dedi. Biz de aynen dediği gibi yaptık. Pazar günü olay çığrından çıktı. Sabah en az üç kere büyük tuvaletini yapınca, halan en sonunda "kakasını tahlile götürelim." dedi. Bir yandan da sana patatesler, pilavlar yedirince akşama kadar bir daha yapmadın. Gece yapınca hemen baban tahlile goturdu kakanı. Halanın soylediği çıktı. Amip olmuşsun. Canım benim, amip kakanı da asitik yaparmış, o yüzden pişmiş altın. Tüm gün oturmak istemedin, hep bir yerlere tutunarak, çoğunlukla da bana tutunarak ayakta kaldın. Sürekli emmek istedin. Papatyam, seni oyle çaresiz görmek çok üzdü beni, hepimizi... Neyseki doktorun verdiği şurup iyi geldi. Amip çoğunlukla bağırsakta, bazen de bağırsak dışında görülebiliyor. Zaman zaman karın ağrısı, birkaç kere mukuslu kanlı, kokulu(ama ne koku:) kaka gibi belirtileri var. Senin de gün içinde ateşin çıktı bir ara, 38 derece olunca ateş düşürücü verdim. İki gün içinde kendi geliverdin hemen. Bize de unutulmaz bir ilk anneler günü hatırası kaldı bir tanem. Senin sayende anne oldum, bu duyguyu tattırdın bana, hayatımın akışını, önceliklerimi, değiştirdin. Sayende tekrar bebek olmak, çocuk olmak ne demek onu öğrenmeye başladım. Sendeki gelişimi gözlemledikçe, her geçen gün biraz daha hayretler içinde kalıyorum. Daha ne kadar beni şaşırtacaksın! Yeni başladık biliyorum, büyümeye başladık, başladım yeniden. Sağol canım kızım, seni çok seviyorummmmm!!!

Oyun Grubumuza Nihayet Başladık!!!


Montessori grubu ile internette gezerken karşılaştım. Şu anda çok net hatırlamıyorum ama o grupta kendimi tanıttıktan sonra Sevgili Iraz'ın bana gönderdiği mesajı gayet net hatırlıyorum. Bebeklerimizin arasında iki hafta vardı, bunu söylüyor ve oyun grubu oluşturmayı teklif ediyordu. Çok heyecanlandım. Kızım o sıralar bebeklerin bulunduğu ortamlara girmeye başlamış ve çok zevk almıştı. Dikkatle diğer çocuklarını yaptığını izliyor, bir yandan da gülüyordu. 6. ay civarındaydı doğru hatırlıyorsam. Biz hem kış olması nedeniyle hem hastalıklar ve yoğunluktan dolayı tanışmayı bile üç ayda becerebildik. Eeee performans böyle olunca tabi ilk toplantımızı da cumartesi (2 Mayıs 2009) gerçekleştirdik. Rüzgar, Alp Emre ve Derin. Biz Derin Hanım uyanmadığı için biraz geç katıldık. Rüzgar'ın odasında oyun alanımız hazırlanmıştı. Üçünü de oturttuk birbirlerine bakar vaziyette. Tabi o pozisyonda durmaları çok uzun sürmedi. Hemen etrafa saldırdılar. Pek birbirleriyle ilgilenmediler. Biz de hemen ilgilenmelerini beklemiyoruz zaten. Yaşları gereği bu pek mümkün de değil ama giderek daha aşina olurlar ve birbirlerine bakma süreleri artabilir, artmayabilir de tabii. Önemli olan aynı ortamda bulunmaları, mutlu mutlu oynamaları. Bir süre sonra Rüzgar'ın sepeti döküldü ortaya zaten herkes bir oyuncak beğendi, onlarla ilgilenmeye başladılar. Bir de hep beraber şarkı söyleme denememiz oldu. Ben Iraz'ın söylediği Ceviz Adam şarkısını çok beğendim. Rüzgar da çok beğeniyor belliydi:) Herkesin bildiği Ali Baba'nın Çiftliği ve biraz uydurma Baş Parmağım izledi Ceviz Adam'ı. Bir saatten fazla oradaydık, biraz oyuncaklar, biraz şarkı vee en önemlisi fotoğraf. Niye öyle diyorum.?Üçünün de sevdiği bir aktivite poz vermek! Bakın resimde nasıl herkes cin cin kameraya bakıyor.IBir saatten fazla birliktelerdi, ısınma turları diyelim. Gelişmeleri gözlemlemek için sabırsızlanıyorum. Iraz sağlıklı ve lezzetli kanepeler için teşekkürler!

Oyun Hamuru Tarifi


Kızım artık elleri ile çok işler başarıyor. Yemekleri mıncıklamaya bayılıyor mesela, özellikle makarnayı, pardon pardon tüm yemekleri, yogurt dahil. Mıncıklarken de acayip bir iş yapıyormuş gibi dikkatle eline bakıyor. Biraz da hamur mıncıklasın o zaman dedim ve bir tarif buldum. Aslında çok da aramaya gerek yokmuş anneme de sorsam soylermiş. (Tarif bu siteden alınmıştır.)

Oyun Hamuru Tarifi:
4 çorba kaşığı un
2 çorba kaşığı tuz
1 tatlı kaşığı yağ
2 çorba kaşığı su

Eğer renkli olmasını istiyorsanız boyayı suya karıştırmanız gerekiyor. Diğer türlü düzgün bir renk dağılımı olmaz diye bir uyarı var bulduğum sitede.

Hamur yapıldı vee kızımdan beklenen tepki geldi, direkt ağıza götürme. Çok normal 0-1 yaş oral dönem herşeyi ağıza götürerek tanıyor birazdan geçer dedim, geçmedi:) Hamur parçalarını yemeye kalktı(aç mı bırakıyoruz biz seni canım kızım:) Buzdolabı poşetine konuldu hamur sonrasında. Onu ne yaptı dersiniz? Dişi ile poşeti ısırıp parçalamış, bir baktım parçalar yine ağzında:) Oynaması için daha erken biliyordum ama mıncıklaması için de erkenmiş. Bir süre sonra tekrar denemek üzere rafa kaldırıldı aktivitemiz. Sedef, yavaş yavaş, acele etmeeee!!!

Samsun, ikinci dönüm noktası, ilk uçak yolculuğu...


23 Nisan tatilini değerlendirelim dedik ve ailecek bir Samsun gezisi planladık. Büyük annesi ve dayısı en son üç aylıkken görmüşlerdi Derin'i. Anneanne ve dede de 4 aydır görmüyorlardı. Gurbette yaşamak özellikle aile genişleyince zor oluyor. 17 yaşından beri ailesinden uzakta yaşayan biri olarak ben, hayatımıza Derin katılınca bu durumu, biraz zor, biraz hüzünle, biraz eksik, biraz buruk yaşıyorum. O yüzden de fırsat buldukça Samsun'a gitmeye çalışıyorum. 23 nisan aynı zamanda kızımın ay dönümüydü. 10 aylık oldu Derin Hanım. Ve bence ikinci önemli dönüm noktasıydı. Bir kez daha bir günde nasıl bir değişim yaşanbileceğini öğrenmiş oldum. İkinci diyorum çünkü benzer bir gelişimi 4. ayında da göstermişti kızım. Birden ağlamaları kesilmiş, kusması azalmıştı. Ve ben inanamamıştım bir gün önce ve sonrayı düşününce. Aynı olay 10. ayda da oldu. 8. ayın içinde geri geri emeklemeye başlamıştı kızım. O kadar komik bir görüntü ki anlatamam, kaloriferlerin, kanepelerin altından çıkartıyorduk kendisini. Bu arada da kaslarını geliştirmek üzere, benim yoga yaparken öğrendiğim hareketleri yapıyordu. Özellikle favorileri aşağı bakan köpek duruşu, kobra pozu ve oturmadan emeklemeye geçmek üzereyken ayağını kurtarmayı beceremediğinden güvercin pozuydu bu hareketler (unutmayın her bebek yogi/ni doğar!). Bu sırada dört ayak üzerinde kalkıp yaylanıyordu ama ileriye adım atmıyordu. Ben önünden emeklerken o da bana bakıyordu. Geçen hafta bir iki ileri hamle yapmıştı ama o kadar...Veee Samsun'a geldik gece ondu. Derin Hanım uçakta uyuduğundan geldiğinde cindi ve bir saate yakın bize şov yaptı. Hemen salonun ortasındaki masayı kaldırdık ve Derin Hanım pıtır pıtır ortada dolaşmaya başladı. Ve üç gün de bu böyle devam ettim. Yerinde durmadı, altını değiştirmem bile neredeyse ayakta oldu. İnanamadım. Bir günde nasıl bu kadar değişebilir bir durum. Biri bana anlatsın lütfen. Sanki çalışmş çalışmış her şeyi depo etmiş de en sonunda o gün gelmiş, hazırım demiş ve "ta taaaa karşınızda Derin" der gibi:)

İlk uçak yolculuğumuz... Maalesef direkt uçuş olmadığı için gidişte Ankara üzerinden dönüşte de İstanbul üzerinden geldik. Gidiş iyiydi Hem aradaki bekleme yok denecek kadar azdı hem de süre 45'er dakikaydı. Biz de hazırlıklıydık. Uçak yolculuklarında en kritik zaman iniş ve kalkışlar. Bebek ve çocuklar basıncı kendileri eşitleyemediğinde, bu konuda tedarikli olmak gerekiyor. Yutkunmasını sağlayacak herhangi bir sey olabilir. Emmek, mama, su içmek, çocuklar için sakız çiğnemek bunlardan bazıları. Bir diğer konu da sıkılmalara karşı ilgisini çekebilecek oyunlar, oyuncaklar. Ben de gitmeden önce Derin'e yeni bir oyuncak aldım. İlk kez uçakta görürse daha uzun odaklanabilir düşüncesiyle... Sıcak suları hazırladım. İki biberona doldurdum, onları da ısıyı tutan biberon çantamıza yerleştirdim. ki seferlik mamayı da kilitli poşetleri koyup yanıma aldım. Uçak hareketlendiğinde mamayı hazırlayıp içirmeye başladım. Kalkış ve inişler sorunsuz geeçti Zaten Ankara-Samsun arasında uyuduğundan o kısımda müdahaleye de gerek kalmadı. Ağzında emzik vardı, zannedersem o da aynı etkiyi yarattı. Kızım ikinci uçakta biraz sıkılsa da bir bebekle olabilecek iyi seyahatlerden birini yaptık. Bu arada, aldığım oyuncaklardan çok, uçaktaki acil durumda yapılması gerekenler kartlarına daha çok ilgi gösterdi:) Her sey kesfedilmeyi bekliyor onun için, benim hatam. Dönüş biraz daha zorluydu, biberonları lamadı, emmek istemedi, emzik almadı, hostes burnuna serum fizyolojik damlatmamızı ve sıkıca bir şişeyi boşaltmamızı önerdi, aynı etkiyi yaratacağını söyledi. Çaresizlikten onu bile denedik(bu işin doğrusunu bilen varsa lütfen bana anlatsın). Ama çaresiz, kızım kalkışta harap oldu sonra sakinleşti. İkinci uçakta da benzer bir durum oldu, inişte biraz su içti de daha iyi geçti ama toplamda sekiz saatte Samsun'dan Adana'ya gelebildik ve bir daha da arabayla gitmeye karar verdik.

Annemler çok mutlu oldular, biz çok mutlu olduk, kızım çok mutluydu(sancılı iniş kalkışlar hariç)...İşte bu geziden birkaç kare...

Derin Hanım 10 Aylık













Bu ay da dayısı ile bir pozu!

İleriye emeklemeye başladım!


Yeter, yaklaşık bir buçuk aydır geri gidiyorum. Bu halimi gören annem de ileriye hamle yapabilmem için önümde komik komik emekliyor, ben de gülüyorum haline. Bu geri gitme işi de çok zevkli ama ileriye de hamle yapayım bari, yazık annemle babam da sevinsinler, hem bana da farklı bir perspektif olur:)

Kahverengi Basamaklar ve Pembe Kuleler


Üyesi olduğum Montessori eğitimi grubu sayesinde gerçekten çok faydalı bilgiler öğreniyorum. Bilgi paylaştıkça zenginleşir. Bu ortak gruplarla paylaşımın gücü daha da net anlaşılıyor.

Grupta, Montessori eğitiminde kullanılan pembe kuleleri ve kahverengi basamakları bir oyuncakçı ile anlaşıp yaptıralım kararı çıktı. Ben de dahil oldum isteyenler listesine. Gerçekten ciddi bir çalışma sonucunda tüm teknik detaylar ve kiminle yola devam edeceğimiz belirlendi. Emeği geçen bütün arkadaşlara buradan tekrar teşekkür ediyorum. Veeee iki kargo geldi işyerine geçen haftasonu. Ben de alıp bir heyecanla eve getirdim. Evet Derin bu materyaller içi hala çok küçük biliyorum ama yine de bir heyecan açtım kargoları kızımın yanında. İki açıdan çok tehlikeli idi. Hem çok ufak parçalar vardı (1X1 cm kare prizma mesela) Hem de çok ağır büyük parçalar. Derin için olmadığını bir kez daha anladım tabii ama onun boyutuna uygun olabilecekleri verdim eline. Hemen ne yaptı dersiniz?? Ağzına götürdüüü:)) Sonraki hareketi de iki çubuğu birbirine vurarak ritim tutmaktı. Tabii tahmin edersiniz ki asıl kullanılma sebepleri bu değil. Kahverengi basamaklar ve pembe kuleleri kullanarak duyusal aktiviteler yapılıyor. Buradan pembe kuleler ile buradan da kahverengi basamaklarla ilgili bir kaç aktiviteyi inceleyebilirsiniz. Bu site ve bu da diğer aktiviteleri de görebileceğiniz bir kaç site. Hepsini grubumuzun moderatörlerinden olan ve Montessori eğitimi hakkında değerli bilgilerini bizlerden esirgemeyen Esra bizlerle paylaşmıştı. Bu konuyla ilgili okuyacak ve öğrenecek o kadar çok konu var ki insan gün keşke daha uzun olsa diyor. Ben bunları düşünürken bir taraftan da grubumuzda sessizlik oyunu tartışılıyor. Onunla ilgili detayları da yukarıdaki sitelerde görebilirsiniz. Yaşadığın anın farkında olmak, olabilmek gerçekten çok büyük çaba gerektiriyor. Bunu meditasyon yapmaya çalışırken daha da net anladım. Beş dakika ne kadar kısa zaman dersiniz, ama insan sadece anda kalarak aklına bir şey getirmeyerek geçiremiyor bu zamanı. O kadar alışmışım ki aynı anda beş konuyu birden düşünmeye. Hızlı yaşamayı o kadar çok içselleştirmişizki, bu beynimiz, aklımız için de geçerli. Biraz daha yavaş yaşamayı becerebilir miyiz bilmiyorum, en azından iş ortamı buna izin vermiyorsa da sosyal yaşantımızda daha sakin olmak istiyorum. Kızımı da daha sakin yetiştirmek, farkındalığımı onunla arttırmak, ona huzurlu bir ortam sunmak istiyorum. Kızım şu anda olması gerektiği gibi oynamıyorsa da bu materyallerle olsun, onun da sırası gelir nasılsa, şimdiden aşinalık yaratır yine de. Yine Esra'nın tavsiyesi üzerine aralardaki birer basamak ve blokları çıkartarak beş tane ile Derin'in kuleleri ve basamakları bozmasına izin vermeye devam. Zaten bu dönem sadece bozma dönemi. Yapmanın da sırası gelecek, yavaş yavaş:)

Haftasonu Ürgüp'teydik!


Sevgili Nihan’ın organizasyonu ile iki aile bu haftasonu Ürgüp’e gittik. Kızımızla, (Samsun sayılmazsa çıktığımız ilk tatildi. Cuma öğleden sonra yola çıktık. Pozantıdan sonra yeni bir otoban açıldığından yol bir saat kadar kısalmış. Yaklaşık üç saatte otelimizdeydik. Yol çok kötü değildi. Sonuna doğru Derin oturmaktan sıkıldı biraz ama genelde performansı çok çok iyiydi. Hele de ilk 6 ay arabaya bindiği anda ağlayan bir Derin göz önüne alındığında, bu durum gerçekten çok sevindirici!

Akşam oteldeydik. Orada yemek yedik. Derin’in iki arkadaşı Ela ve Ayça da oradaydı. Tabi kızım henüz yürüyemediği için peşlerinden koşamadı fakat çok istediği her halinden belliydi. Onların orada olması ve Ayça’nın mama sandalyesine oturup güzelce yemeğini yemesi bizim küçük hanıma da güzel örnek oldu. Ama yine de yeme performansı çok çok iyi değildi. Özellikle kahvaltıda bir düşüş var. BU düşüş gezi ile alakalı değil. Yaklaşık 2 haftadır Derin bir şekilde kahvaltı yapmak istemiyor. Daha önce tek tek güzelce yediği peyniri, zeytini ve yumurtayı artı yemeyi reddediyor. Bulamaç haline getirme işini de ben sevmiyorum ama ne yapacağım bilmiyorum. Neyse bu ufak sorun paylaşımından sonra dönelim gezimize... Uyku düzenimiz tabii bozuldu. İster istemez anneler ve babalar sohbet etmek isteyince uyku zamanı biraz geçti. Tabii Ayça ve Ela da büyük ablaları olarak daha geç uyudukları için Derin de ister istemez biraz daha fazla uyanık kaldı. İtiraf edeyim ağlar duruma gelene kadar ortalardaydık.

İlk akşam Derin ben neredeyim endişesinden bir türlü uyuyamadı. Uyandığı zamanlarda da uykuya kolay geçemedi. Sabaha karşı da bizim yanımıza transfer oldu.

Cumartesi sabah karla uyandık. Derin düşündüğüm kadar tepki göstermedi bu duruma. Direkt oynayamamasının da etkisi vardır muhakkak. Adana’dan sonra hava ciddi soğuktu. Kızları güzelce giydirdik ve Avanos’a doğru yola çıktık. Orada artık bir klasik haline gelen, her gelmemizde seyrettiğimiz çömlekçilerden birine girdik. Bu seferki fark Fırat’ın olayı denemesiydi. Bence ilk denemeye göre de gayet başarılıydı. Kızım da dikkatle Fırat Amca’sını seyretti. Oradan çıktıktan sonra çok kısa bir Avanos turu attık. Biz pusetlerle önden beyler ve Ela arkadan...Oradan da Uçhisar’da bulunan Museum Hotel’e gidelim dedik. Yolda Ayça ve Derin uyuduğundan ve otelin bulunduğu yer de biraz tehlikeli görüldüğünden orada duramadık ama manzara muhteşemdi. Tepeden vadi ayaklarımızın altındaydı ve peri bacaları karla kaplıydı. Bir sonraki seferde o otelde kalsak mı dedik ama çocuklar için, özellikle yeni yürümeyi öğrenmiş bebişler için ciddi tehlikeli. Gezerken karnımız acıktı. Ürgüp Şömine Restoranda testi kebabı yeme kararımızı uygulamaya geçirelim dedik ve Ürgüp’e geri döndük. Çok doğru bir seçimmiş gerçekten. Kebap çok lezzetliydi. Sabahtan testi içinde ağzını hamur ile kapatarak dört beş saat pişiriyolar kebabı, sonra da siparişe göre 20 dakika kadar ısıtıyorlar. Bu şekilde masamıza gelen testinin ağzını önümüzde kırdılar ve nefis kebabı tabaklarımıza paylaştırdılar. Biz de afiyetle yedik. Kızım yiyemedi, hala tuzlu yemkelr vermiyorum. Bir yaşına kadar da vermeyeceğim. Evde de o yüzden tüm yemekler sıfır tuzla pişiyor. Bize de faydası oluyor bu durumun üç beyazdan birinden bayağı kurtulduk bu sayede. Ama sonraki senelerde tekrar gelirsek muhakkak kızıma da tattıracağım. Yemekten sonraki durak yine bir klasik olan şarap tadımı idi. Önce markasız lokal bir dükkanan girdik. Dükkanın mistik bir dekorasyonu vardı. Her ne kadar şaraplarını o kadar beğenmediysem de ev sahibi ve kedisi çok candandı. Oradan sonra da Turasan’a gittik. Orada da bir tadım evresinden sonra şaraplar aldık. Şarap tadımından sonra çakırkeyf haline geldik. Anlayın artık ne kadar çok şarap tattığımızı... Sonra uyuyalım diye otelimize geri geldikJ Kızımda sütümden çakırkeyf olur sandım ama yanılmışım. Cingöz bir şekilde yatakta oturur pozisyonda yaklaşık iki saat dinlendik, oyunlar oynadık. Bize de uyku yalan oldu. Vee yine yemek vakti geldi, yine yemeğe indik. Kızım uyumadığı için yemek zamanı huysuzlandı, pusetinde biraz uyudu kendine geldi. Biz de Nihan’la biraz sohbet edelim biraz da babalar baksın bebişlere dedik, o da gereksiz bir beklentiydi. Beş dakikadan fazla konuşamadık. Derin Hanım huysuzlanınca da yine odamızda bulduk kendimizi. Uykuya geçmemiz yine zaman aldı ve gece biraz daha fazla uyandık ama olsun sabah saate bir baktım 9:08 ve kızım hala uyuyor. Babası zaten uyuyor ama o şaşırtıcı değil. 10:00’da kahvaltı bitiyor ben kalktım toparlanmaya başladım, ses çıkartıyorum hala uyuyorlar, Ona on kala kızımı uyandırdım, hazırlandık ve kahvaltıya indik, sonra hatırlatıldık ki saatler ileriye alınmış. Ohh be dedim, babası gibi gece geç yatıp sabah geç kalkma durumuna geçmemiş neyseki Derin. Yaa bu kıyaslamayı yapmak istemiyorum, annesi gibi, babası gibi vs. Ama insan kendini tutamıyor herhalde. Kahvaltı her zamanki gibi hüsrandı. Zorlamayacağım yapmazsa yapmasın diyorum ama dilim diyor, aklım diyor, elim demiyor maalesef, yine biraz zorlamaya çalıştım ama tabii ki kızım ağzını kilitlemişti. Başarılı olamadım. Kahvatıdan sonra odamızda toplanma işlemini bitrdik ve lobiye indik, orada da birer kahve, çay içtik. Bir yandan da Ela ile Derin’in bez kitaplarından birini okuduk. Ela şu anda üç yaşından biraz daha fazla, doğal olarak tepkileri Derin’inkinden çok daha farklıydı. Her yaşın bir güzelliğinin olduğunun bir kez daha farkına vardım. Biz öyle eğlenceli okuyunca kitabı Ayça da yanımıza geldi, Derin de oturduğu yerden bizimle ilgilendi. Çok keyifli bir seans geirdik. Sonra da sıkı sıkı giydirdik bızdıkları ve babalar arabaları yerleştirirken biz de otelin önünde biraz vakit geçirdik. Sonra da yola koyulduk.Veee Adana 25 derece. Hoşgeldin Yaz!

  • Her yer bembeyaz, huzur vericiydi
  • Derin ilk kez kar gördü
  • Kızlar etrafımızda çok neşelilerdi, tabii ki biz de çok neşeliydik
  • Babamızla haftasonu dolu dolu vakit geçirmiş olduk
  • Kahvaltı hariç her öğünde şarap içtik
  • Kızımın da bir şarap bardağı oldu;)
  • Yeterince fotoğraf çekemedik:(
  • Ela ve Ayça'yı çok seviyoruz
  • Teşekkürler Nihan!

Derin Hanım 9 Aylık


Babamızın Doğumgünü*3 Mart*


Yoğunluktan yeni yazabiliyorum. 3 Mart'tı babamızın doğumgünü. Derin'le kendisine bir hediye hazırladık. Minik kızımız henüz sadece parmak boyalarla çalışabildiği için, o şekilde yapabileceğimiz bir kart bu. Montessori grubuna gelen çok eğlenceli bir siteden şablonu aldım. Canon'un oluşturduğu Creative Park. O kadar daha çok yapılacak aktivite var ki bu sitede çok beğendim.

Gelelim yaptığımız karta... Şablonu kalın bir kağıda bastıktan sonra, beyaz kağıda Derin'in el izini aldım. Sonra da babasıyla bir fotoğrafını scrapbook makasları ile kestim. Birkaç da dekoratif nesne yapıştırdım. Ve kartımız görüşlerinize hazırdır efendim.

Her işte olduğu gibi yine son dakika iki ayağım bir pabuca girmiş vaziyette yaptık bu kartı. İşten geldim apar topar, babası gelene kadar bitirdik kartımızı kızımla.

Serhan çok beğendi. Kartı başucumuza yerleştirdi...İyiki Doğdun Sevgilim!

İyiki Doğdun Egemen!

Çok güzel bir gündü. Ellerine sağlık Pelin.

Kızıma kapalı mekanda çok kalabalık geldi:(

Ya da kendisi kırmızı yanaklı bir anne istemiyorum diye de isyan etmiş olabilir:))
PS. Aslında iki hafta önceydi ama resimlerimiz yeni geldi...

Derin Hanım 8 Aylık


İlk Hastalığımız ve Sonrası


Sonunda kızım hastalandı...Aslına bakarsanız biz de aşırı korumacı davranmadık. Karantina içinde yaşayan bebeklerin bağışıklık sistemleri de gelişmez mantığı ile yeteri kadar koruduğumuzu düşünüyorum. Taa ki babamız eve virus getirene kadar. O çok ağır geçirdi. Ondan da Derin'e bulaştı tabii, Derin HAnım'dan da bana. Bir dönem üçümüz de hastaydık evde... Tabi Derin ikimizden de çaresiz. İlk gece 38 dereceye çıktı ateşi... Islak havlu, üzerini soymak işe yaramayınca bir kaşık ateş düşürücü şurup verdim, sabaha karşı ateşi düştü. Ama sinüsleri dolu ve öksürük devam. Öyle de öksürüyor ki büyük adam gibi. Burnunu açamazsak hastalığı ilerler, biliyorum. O yüzden de odasındaki nemlendirici adedini ikiye çıkardık. Sürekli serum fizyolojik ile temizlemeye çalıştık, kar etmedi. Okyanus suyu denedik, o da çok işe yaramadı. Yapılması gerekenler konusunda Mira'nın Bahçesi blogundan faydalandık.
  • Odasını sürekli havalandırmaya ve nevresimlerini değiştirmeye dikkat ettik.
  • Yatak başını altına dergiler koyarak biraz kaldırdık, böylelikle sinuslerindeki doluluğu yer çekimine meydan okuyor dışarı akıtmaya çalıştık.
  • Kış başından itibaren sabahları ıhlamur içiyordu kızımız. Anneannemizin tavsiyesi ile içine elma kabuğu koyarak kaynattık. Öksürüğe iyi geliyor.
  • Başka bir öksürük önleyici de zencefil. En çok bunun faydasını gördük. Bir tatlı kaşıyı pekmeze bir tutam toz zencefil karıştırarak Derin Hanım'a verdik. (Önce kendim içtim bu arada Baktım bende işe yarıyor kızıma da verdim)
  • Bolca portakal suyu içirdik, ekşiliği alsın diye tatlı limon ya da mandalina ile karıştırdık.
  • Her gün banyo yaptırmaya devam ettik. Banyoya girmeden önce bir süre sıcak suyu açarak odanın buhar olmasıı-nı bekledik. Buhar ve banyo burnunun açılmasında çok etkili oldu.
  • Yemesi çok kötüleşmedi allahtan, yine de vitaminli yemeklere devam...
  • Anne sütüne de devam. Her ne kadar artık bir öğün olamasa da sütüm yine de bağışıklık sistemini güçlendirdiği için sık sık emzirmeye çalıştım.
Veee, ilk önce kızımız iyileşti. Çocukların çabuk toparlanma kabiliyetleri var neyseki. Zaten 38 derece ateşli iken bile hareketliliğinden bir şey kaybetmemişti kendisi. Onu öyle görünce de ben de rahatlamıştım, çok da ciddi değil durum neyseki diyerek içimden.

Sonra annesi en son da babası iyileşti. Abbe ve babada yaklaşık üç ay öksürük devam ederken, Derin Hanım'da kısa sürede geçti:)) (Bir nazar boncuğu resmi koymak istedim buraya, batıl inançtan değil inanın, ne zaman iyi bir şey söyleseniz, ertesi gün tersi oluyor, bu annelik kanunlarından biri!!!Bazen içimden bile geçirmiyorum kotuleşmesin diye:)))

Kızımız hastalanmaya devam edecek, tüm çocuklar gibi. Umarım her seferinde bu sancılı süreci kısa sürede ve en az hasarla atlatabiliriz.

Ekşi ama çok seviyorum...

6 aylık olduğumdan beri tatlı portakal suyu içiyorum.Başta biraz ekşi, yüzümü buruşturuyorum ama sonra güzel geliyor. Hem çok faydalıymış, annem öyle diyor. Biraz pişik yapıyor aslında rahatsız oluyorum ama onun da çaresi var canım. Annem hemen kremimi sürüyor, rahatlıyorum. Dün annem bana doğru yarım bir mandalina uzattı. Ben de hemen atıldım tabii. Bu portakaldan daha tatlıymış. Sulu sulu çok sevdim. Hatta bir ara o kadar heyecanlandım ki kabuğu ile birlikte ısırdım mandalinayı. Kabuğu da mideye indirdim. Ne yapalım yola girmişti bir kere.

Ara ara yüzümü buruştursam da severek yedim. Teşekkürler anneciğim. Bu arada bir teşekkür de babama. Çok güzel yetiştirmişsin babacığım, sana da çoook teşekkürler!

Sevgililer Günümüz


Kızımızın aramıza katılması ile babamızın da benim de sevgili sayımız ikiye çıktı:) Bebeğimize sevgili demek bazılarına hoş gelmeyebilir ama kelimenin özü itibarı ile ben öyle hissediyorum ve sevgili demeyi çok seviyorum. Babamız sabahtan ikimizin de sevgililer gününü kutladı ve işe gitti. Biz kızımla başbaşa kaldık. Babamıza özel bir hediye yapsak ama ne yapsak? Bu düşünceler içindeyken aklıma izlediğim bloglardan biri olan pi-nik kuşta yaptıkları kart geldi. Bu fikirden esinlenerek babamıza ilk kartımızı hazırlamak için yola koyulduk.

Önce Derin ve ben günün anlam ve önemine uygun olarak giyindik. Derin'in ben hazırlanırken çektiğim bir fotoğrafını aşağıya koyuyorum. O da o sırada kitabını okuyordu. Hazırlandıktan sonra parmak boya almak için yola çıktık. Bizim hala yanlız yola çıkmamız problem olabiliyor. Derin neredeyse 8 aylık olmasına rağmen arabadan hala hiç hoşlanmıyor. Ve yolculuklarımız krizle sonuçlanabiliyor. Neyseki gideceğimiz mesafe kısa...İkinci kırtasiye denememizde parmak boyalarımıza kavustuk. Derin eve gelene kadar kucağından bırakmadı boyaları. Öyleki kasada scannerdan geçirmek üzere aynısından bir tane daha getirdiler, onu geçirdiler:) Akşam için küçük bir de pasta aldık çıkmışken. Bebek arabasıyla dolaşırken, bir kez daha, ülkemiz kaldırımları, mağaza, apartman girişlerini, hiç de bebekliler ve engellileri düşünürek yapmadıklarını geçirdim aklımdan. Hem kırtasiye hem de pastane giriş çıkışlarında yardım istedim...

Evet artık tüm gereçlerimiz hazır. Evde kalın bir kağıdımız vardı zaten. Bunun yanına kızım için parmak boyalar, benim için de pastel boyaları koyunca her şey tamamlandı. Bir de üstüne koymak üzere kısa bir kordela ve ybiraz da yapıştırıcı. Kızımın cici kıyafetini çıkarıp, büyük bir önlüğünü taktım. Yere oturttum, önüne de kağıdı yerleştirdim. Teker teker boya kutularını açıp kızımın parmaklarını daldırdım. İlk seferde çok fazla boya aldık. Tecrübesizlik:) Neyseki yanımızda ıslak havlumuz hazırdı. Kızım başta ne yaptığımız anlayamadı. Yanındaki yastıklar ve beyaz tulumunda güzel desenler yarattı fakat üçüncü yapıştan sonra elini tamamen açıp kağıda bakıyordu, hala ben elini alıp yerleştiriyordum ama olsun:) Ben çok eğlendim, umarım kızım da eğlenmiştir. Tüm boyalarla el ve parmak izi çıkarttıktan sonra ben de üzerinde mesajımızı yazdım. Ve kordelamızı yapıştırdık. Derin'in ara ara elini sildiğim havlu da rengarenk oldu... Derin bir havluya bir karta bakıp ne olduğunu anlamaya çalıştı. Akşam kıyafetimizi tekrar giydik ve üçümüz güzel bir yemek yedik. İlk sevgililer günü yemeğimiz...Sevgiyle kalın!
Blog Widget by LinkWithin

Counter

Copyright 2009 AKI FAMILY. All rights reserved.
Free WPThemes presented by Leather luggage, Las Vegas Travel coded by EZwpthemes.
Bloggerized by Miss Dothy